Bülent Kerimoğlu'ndan ses getirecek 23 Nisan yazısı

Anlam ve kapsayıcılığı ile büyük önem içeren bu değerlerin temelinde millet vardır. Misak-ı Milli yemini ederek yola çıkan Kuvayi Milliyeciler halkın azim ve kararı ile gerçekleştirdikleri Kurtuluş Savaşı’na başlarken iradeyi kayıtsız şartsız millete bırakmışlardır.

İlk kez yoksul Anadolu halkı Osmanlı hanedanı için değil, kendi egemenliği için kan ve can vermiş, iradeyi millet olmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaygınca kullanılan üç millet tarifi vardı.

Kültürüne ve diline hayranlık duyulan, peygamber soyundan geldiği için kutsal sayılan mukaddes millet yani Araplar, ticaret, zanaat, hariciye ve diğer bazı önemli işlerin güven duyularak emanet edildiği sadıka-İ millet yani Ermeniler, bir de anlayışsız, akılsız olarak değerlendirilen bi-idrak-i millet yani Türkler.

UNUTTURMA ÇABASI

mparatorluğun kurucu unsuru olmasına rağmen yönetim erki dışına atılmış, ortaçağ koşullarında üretim yapan, sadece askere alındığında ya da vergi ödediğinde hatırlanan, Rumeli’ye öncü güç olarak gönderilmiş; yoksul Anadolu halkına bi-idrak-i millet denirdi.

Osmanlı döneminde bi-idrak-i millet olarak görülen Türklerin dili, kültürü ve geleneği unutturulmaya çalışılmış, Türk dili yerine Farsça ve Arapça, Türk kültürü ve geleneği yerine Arap kültürü ve geleneği empoze edilmiştir.

Kurtuluş Savaşı’nda halk sadece işgalci emperyalistlere karşı değil, aynı zamanda Osmanlı saltanatı ve işbirlikçilerine, Arap kültürel sömürüsüne de başkaldırarak Anadolu ihtilalini gerçekleştirmiş, bi-idrak-i milletten irade millete geçmiştir. Bi-idrak-i milletten, irade millete dönüştüren güç, Mustafa Kemal Atatürk’ün halkına olan inancı, liderlik kabiliyeti, devrimci tutumudur. Atatürk, Anadolu halkını sadece bi-idrak-i millet olmaktan kurtarmamıştır, aynı zamanda ümmetten ulus, kuldan egemenlik haklarından asla vazgeçmeyecek özgür yurttaş yaratmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “padişah ol, halife ol” diyenlere “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek bu teklifi elinin tersi ile itmiştir.

Diktatör olacağından korkanların aksine, başkomutanlık yetkilerini üstüne alırken “Ömrüm boyunca milli egemenliğin sadık bir hizmetkârı olduğumu millet gözünde bir defa daha vurgulamak için bu yetkinin, üç ay gibi kısa bir süreyle sınırlandırılmasını istiyorum” der.

Halkın iradesine, Millet Meclisi’nin gücüne yürekten bağlı olan Atatürk, 1936 yılında İtalya’dan dönen CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in Meclis yetkilerini kısıtlayan Mussolini faşizmine benzer bir komisyon önerisini reddetmiştir. Meclis üzerinde bir iradeye asla izin vermemiştir. I. Dünya Savaşı’nda yaşanan ağır yenilgi sonrasında payitahtından başka hiçbir şey düşünmeyen padişah ve işbirlikçi çevreler tam bir teslimiyet içindeydiler. Sadece bazı aydınlar, sivil bürokrat ve askerler kurtuluş çareleri arıyorlardı.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ