deneme bonusu veren siteler bahis siteleri bonus veren siteler

deneme bonusu veren siteler

virginiawinefestival.org/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal

Pınar Billur Odabaşı
Köşe Yazarı
Pınar Billur Odabaşı
 

Çağımızın hastalığı “İlgi açlığı”

Modern çağın hastalıkları da kendine özgü oluyor... Meselâ önceden su çiçeği, kızamık, kabakulak vs konuşulurken; şimdi bedensel değil ruhsal hastalıklar daha çok kendini gösterir oldu... Özellikle kadınların; hemcinsleriyle; “Ayyyy hiç iyi değilim şekerim!” cümlesiyle başlayıp; eşlerini, sevgililerini çekiştirdiği kahve saatleri günün olmazsa olmaz rutini artık... Soluk soluğa sıralanan sitemkâr cümlelerdeki serzenişler hep aynı... Çünkü herkes beklediği ilgiyi görememekten şikâyetçi... O yüzden çağımızın ruhsal hastalığı “ilgi açlığı”dır... Anlamsız kişilerle; anlamlı ilişkiler kurma çabası yüzünden kendini hırpalayanların; bir türlü doğru reçeteyi bulamadığı bir labirenttir bu... Sinir harbidir, şarkılarda kaybolmaktır, nakaratlarda kendini aklayıp; karşı tarafa en taze sitemleri yollama dürtüsüdür... Sosyal medyada boy boy fotoğraflar koyup; altına adresi belli olan atar gider cümleleri yazmak da neredeyse ata sporumuz hâline gelmedi mi zaten? Bu duygusal açlığa bir de sabırsız hâller eklenince işler hepten sarpasarıyor... Meselâ önceden; mektup yazardık; karşı tarafa ulaşması günler sürerdi... Postacının yolunu gözlemenin verdiği heyacanı ya da özlemini kurduğumuz satırları okumak için sabırla beklediğimiz o günleri anımsayalım... Şimdi bir whatsApp mesajına iki dakika geç yanıt verince kıyamet kopuyor; “Nerdesin, niye cevap vermiyorsun, kimlesin...?” diye başlıyor ardarda suâller; bir tek tepemizde beyaz sorgu lambası eksik gibi... Ahhh şu son görülme saatleri, çevrimiçi geyikleri ne büyük aşkları (!) bitirdi bir bilseniz... Sizce yürekten sevmeyi bilen insanlar böyle küçük detaylarda boğulur mu; teknolojinin bu kadar esiri olur mu; bence olmaz, asla olmamalı...  Çünkü bir insanın karakteri; hiçbir kadraja, hiçbir akıllı telefon uygulamasına sığmaz ki... Kerem ile Aslı döneminde Facebook mu vardı; ya da Ferhat, Şirin’e İnstagram’dan takip isteği mi gönderip âşık olmuştu?  İlgi açlığı çektiğimiz şu günlerde; sosyal medya elbette bir araç olabilir ama bir amaç olmamalı... Neden biliyor musunuz? Bir şeyi ne kadar kolay elde ederseniz; ondan vazgeçmeniz de o kadar kolay olur... Aynı gün bir “merhaba” ile başlayıp, gün ortasınsa “canımsın” ile devam edip akşamüstü “canın çıksın”la sonlanan ekspres duygulara tanık olmuyor muyuz? Klavye delikanlısı erkeklerle; maskülen kadınların araba yarışını izliyor gibiyim bazen... Hızlı olanın; sinyal bile vermeden birbirini solladığı; pişman olanların ise biraz ötede dörtlüleri yakıp beklediği tuhaf bir otobandayız aslında... Oysa uzun bir otobüs yolculuğu sırasında “can kenarı”ndan alınmış bir biletin yerini ne tutabilir ki? Çünkü evrende; bedenimiz kadar değil; duygumuz, sevgimiz, hislerimiz, uzattığımız yardım elimiz kadar yer kaplarız... “İlgi” denilince elbette aklımıza sadece ikili ilişkiler gelmemeli... Örneğin bugün huzurevlerine baktığımızda da; simitçilerin, apartman görevlilerinin, tarla işçisinin değil; mühendislerin, avukatların, mimarların anne-babalarını daha çok görüyoruz... Gerçek hayatta anne-babasından bir tatlı sözü esirgeyenlerin; özellikle sosyal medyada “Anneler Günü”, “Babalar Günü”nde yaptıkları buram buram sahtelik kokan fotoğraf paylaşımları, ele güne “hayırlı evlat” görünme çabası da hep samimiyetsiz gelmiştir bana... O an; sanki bir deri bir kemik olan çelimsiz bir çocuğa “Gürbüz” adını koymak gibi tezat hisler çırpınır durur içimde...  Demek ki bazen okumak da yetmiyor; “bilgi” beş harflidir; beşte dördü “ilgi”dir diyebilmek gerekiyor... Kendisine “Nasılsın?” diye sorulan yaşlı bir dedenin; “Yeni doğmuş bir bebek gibiyim; ağzımda diş yok, kafamda saç... Galiba az önce de altıma kaçırdım evladım” yanıtındaki gerçeklikle birgün hepimiz karşılaşacağız elbette... O yüzden çok geçmeden; yüreğimize, ömrümüze dokunmuş herkese hakettiği ilgiyi göstermeye çalışalım... “Elâlem ne der!” diye değil; gerçekten zamanı geri getirme şansımız olmadığı için; “keşke”lerin yerini “neyse”lere bırakmamak için... 
Ekleme Tarihi: 06 Temmuz 2020 - Pazartesi

Çağımızın hastalığı “İlgi açlığı”

Modern çağın hastalıkları da kendine özgü oluyor... Meselâ önceden su çiçeği, kızamık, kabakulak vs konuşulurken; şimdi bedensel değil ruhsal hastalıklar daha çok kendini gösterir oldu... Özellikle kadınların; hemcinsleriyle; “Ayyyy hiç iyi değilim şekerim!” cümlesiyle başlayıp; eşlerini, sevgililerini çekiştirdiği kahve saatleri günün olmazsa olmaz rutini artık... Soluk soluğa sıralanan sitemkâr cümlelerdeki serzenişler hep aynı... Çünkü herkes beklediği ilgiyi görememekten şikâyetçi... O yüzden çağımızın ruhsal hastalığı “ilgi açlığı”dır... Anlamsız kişilerle; anlamlı ilişkiler kurma çabası yüzünden kendini hırpalayanların; bir türlü doğru reçeteyi bulamadığı bir labirenttir bu... Sinir harbidir, şarkılarda kaybolmaktır, nakaratlarda kendini aklayıp; karşı tarafa en taze sitemleri yollama dürtüsüdür... Sosyal medyada boy boy fotoğraflar koyup; altına adresi belli olan atar gider cümleleri yazmak da neredeyse ata sporumuz hâline gelmedi mi zaten? Bu duygusal açlığa bir de sabırsız hâller eklenince işler hepten sarpasarıyor... Meselâ önceden; mektup yazardık; karşı tarafa ulaşması günler sürerdi... Postacının yolunu gözlemenin verdiği heyacanı ya da özlemini kurduğumuz satırları okumak için sabırla beklediğimiz o günleri anımsayalım... Şimdi bir whatsApp mesajına iki dakika geç yanıt verince kıyamet kopuyor; “Nerdesin, niye cevap vermiyorsun, kimlesin...?” diye başlıyor ardarda suâller; bir tek tepemizde beyaz sorgu lambası eksik gibi... Ahhh şu son görülme saatleri, çevrimiçi geyikleri ne büyük aşkları (!) bitirdi bir bilseniz... Sizce yürekten sevmeyi bilen insanlar böyle küçük detaylarda boğulur mu; teknolojinin bu kadar esiri olur mu; bence olmaz, asla olmamalı... 

Çünkü bir insanın karakteri; hiçbir kadraja, hiçbir akıllı telefon uygulamasına sığmaz ki... Kerem ile Aslı döneminde Facebook mu vardı; ya da Ferhat, Şirin’e İnstagram’dan takip isteği mi gönderip âşık olmuştu?  İlgi açlığı çektiğimiz şu günlerde; sosyal medya elbette bir araç olabilir ama bir amaç olmamalı... Neden biliyor musunuz? Bir şeyi ne kadar kolay elde ederseniz; ondan vazgeçmeniz de o kadar kolay olur... Aynı gün bir “merhaba” ile başlayıp, gün ortasınsa “canımsın” ile devam edip akşamüstü “canın çıksın”la sonlanan ekspres duygulara tanık olmuyor muyuz? Klavye delikanlısı erkeklerle; maskülen kadınların araba yarışını izliyor gibiyim bazen... Hızlı olanın; sinyal bile vermeden birbirini solladığı; pişman olanların ise biraz ötede dörtlüleri yakıp beklediği tuhaf bir otobandayız aslında... Oysa uzun bir otobüs yolculuğu sırasında “can kenarı”ndan alınmış bir biletin yerini ne tutabilir ki? Çünkü evrende; bedenimiz kadar değil; duygumuz, sevgimiz, hislerimiz, uzattığımız yardım elimiz kadar yer kaplarız... “İlgi” denilince elbette aklımıza sadece ikili ilişkiler gelmemeli... Örneğin bugün huzurevlerine baktığımızda da; simitçilerin, apartman görevlilerinin, tarla işçisinin değil; mühendislerin, avukatların, mimarların anne-babalarını daha çok görüyoruz... Gerçek hayatta anne-babasından bir tatlı sözü esirgeyenlerin; özellikle sosyal medyada “Anneler Günü”, “Babalar Günü”nde yaptıkları buram buram sahtelik kokan fotoğraf paylaşımları, ele güne “hayırlı evlat” görünme çabası da hep samimiyetsiz gelmiştir bana... O an; sanki bir deri bir kemik olan çelimsiz bir çocuğa “Gürbüz” adını koymak gibi tezat hisler çırpınır durur içimde... 

Demek ki bazen okumak da yetmiyor; “bilgi” beş harflidir; beşte dördü “ilgi”dir diyebilmek gerekiyor... Kendisine “Nasılsın?” diye sorulan yaşlı bir dedenin; “Yeni doğmuş bir bebek gibiyim; ağzımda diş yok, kafamda saç... Galiba az önce de altıma kaçırdım evladım” yanıtındaki gerçeklikle birgün hepimiz karşılaşacağız elbette... O yüzden çok geçmeden; yüreğimize, ömrümüze dokunmuş herkese hakettiği ilgiyi göstermeye çalışalım... “Elâlem ne der!” diye değil; gerçekten zamanı geri getirme şansımız olmadığı için; “keşke”lerin yerini “neyse”lere bırakmamak için... 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.