deneme bonusu veren siteler bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal deneme bonusu veren siteler

Fakir Yılmaz
Köşe Yazarı
Fakir Yılmaz
 

Yaşlı bilge ve Tanrı’nın hediyesi.

Yağmurlu bir akşam vaktinde aradım kendisini. Beni karşılamak İçin kaldığı apartmanın önüne inmiş, “Ya nerde kaldın sen, bak ıslanmışsın arkadaş” demişti. 81 yaşında birinin bu nezaketi beni hem sevindirmiş hem utandırmıştı.  İki odası ve salonu olan dairesini, anılarını ölümsüzleştirdiği fotoğraflarla bir sergiye, Ve okuduğu yerli yabancı kitaplarla da küçük bir kütüphaneye çevirmişti. Komodin, televizyon masası, kanepe başlarında ise, bir sürü ilaç kutularıyla mini ecza deposu gibiydi evi, bunu gülerek ifade ettiğimde “ee yaşlı ve yalnız bir adamın evi böyle olur” demişti. Yalnız yaşıyordu yaşlı bilge. Bu biraz kendi tercihi, birazda kaderin cilvesiydi ona. Oturma odasında karşılıklı iki koltuğun arasına sıkıştırılmış ve üzerindeki kadehleriyle, mezeleriyle sanki yıllardır orada hazır bir şekilde duran masaya uzanıp bana bir kadeh rakı doldurdu. Günlük konuşmalar, biraz daha tanışmalar, havadan sudan derken zaman bir hayli geçmiş olacak ki, içtiğim birkaç kadehin de etkisiyle dalıp gitmiştim oturduğum koltukta. Karşımdaki duvarda asılı olan çerçeveler arasında, gülen gözlerle bir kadın fotoğrafı gözüme ilişmişti. Kim bu, demeye kalmadan, aklımı okumuşçasına kadehini havaya kaldırdı yaşlı bilge, benimde kadehimi havaya kaldırmam gerektiren bir edayla sordu; Tanışmak ister misin? Ardahan’ın bugün en önemli tarihi kalıntılarından olan Akkoşun hanında, annesi rus, babası türk bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti yaşlı bilge. Masanın üzerinde olan annesinin fotoğrafına doğru uzanarak, bir eliyle kadehini tutuyor, diğer eliyle ise fotoğrafı okşayarak çok sevdiği annesini tasvir ediyordu bana; “Mavi gözlü, buğday tenli, iki üç dil bilen, danstan, edebiyattan anlayan kültürlü bir hanımdı benim anam. Ah o babam yok mu o babam, yerinde rahat durmamış kanına girmiş kandırmış annemi.” Diye esprili bir serzenişte bulunuyordu… Hiç ara vermeden babasını sordum yaşlı bilgeye. Elindeki kadehi masaya usulca bırakıp koltuğuna oturdu, şöyle birazda gömülerek. Babamın tek bir fotoğrafı bile yok, dedi. Üzüldü mü kızdı mı anlayamadım. Çünkü onları çok erken yaşta bırakıp gitmişti babası. Çok erken bir yaşta ölmüş babası. Tabi kader bu ya, o da erken atılmış hayata. Türkiye’deyken öğretmen olmuş, subay olmuş. Daha sonra gurbete düşmüş yolu; Alamanya yolcusu kalmasın! İşçi olarak girdiği fabrikada yönetici olmuş. Tercümanlık, memurluk, komisyonculuk yapmış. Üst perdeden yöneticilerle, şirket sahipleriyle gazetecilerle dost olup cemiyette namı duyulmuş. Irkçıların saldırısına uğramış, ayağının üzerinden araçla geçmişler. Benimle konuşurken ayağını ovalıyordu bir yandan da, noldu bacağına dediğimde uzun hikâye demişti. İlk evliliğini, çalıştığı fabrikanın kadın şefiyle yapmış fakat onda aradığını bulamamış. Beni çok severdi, gece yarılarına kadar beni bekler, karnımı doyurur, beni koynuna alırdı, dediği ilk karısından iki çocuk yapmış. Ama onunla mutlu olmadığını, aşkın başka bir şey olduğunu ve bulamadığı aşkı o zamanlar hep başka bedenlerde aradığını söyledi bilge, bunun doğru bir yaklaşım olmadığını itiraf ederek, biraz mağrur bir ifadeyle. Duygusal sebeplerden ötürü mutsuz geçen epey bir vakitten sonra, günlerden bir gün bir iş kazası geçirmiş vücudunun bazı bölgelerinden yaralanmış. Madden ve maneven yaralı bir şekilde barda oturup çokta umutlu olmadığı gelecek planlarını düşünürken, Onun içeri girdiğini söyledi yaşlı bilge; Tanrı, hediyemi ayağıma kadar göndermişti, diyerek. Hepimizin izlediği bir filmde diyordu değil mi, "..Aşık olmak anlık birşey....... Birden her şeyin çok parlak göründüğü....... Birden en pastel renklerin ısınmaya başladığı.... Birden tüm yemeklerin çok daha lezzetli olduğu bir an bu..... İnsan karar vererek aşık olmaz.... Sadece bir bakar olurmuş…” Yaşlı Bilge aşkını bulduğu anları anlattıkça bu sözleri düşündüm.. O ise devam ediyordu. Onun Kendisine nasıl seslendiğini, nasıl beline sarıldığını, dansa davetini, bisikletine bindirip kaldığı yurda götürdüğünü, yaralarına yaptığı pansumanları ve sabaha kadar seviştiklerini anlatıyordu… adı Theodore. Manası Antik yunanda “Tanrının hediyesi” demekmiş, bunu çok sonra öğrendiğimde nedenini bilmediğim bir şekilde ağlamaklı oldum. Eve ilk girdiğimde en büyük fotoğraf onun fotoğrafıydı. Hemen hemen her duvarda başka bir fotoğrafı vardı. 21 yıl birlikte yaşamışlar, onunla geçirdiğim her saniye dolu doluydu diyordu. Kumsallarda nasıl uyuduklarını, aynı işyerinde nasıl çalıştıklarını, Ardahan’a nasıl geldiklerini, egede ki yazlık zamanlarını anlattı, kah gülerek, kah içini çekerek. Arada kalkıyor resmini okşuyor sonra kadehinden bir yudum alıyordu. Didim’i çok severdi, ben bıkmıştım artık her yaz didime gelmekten. Ama Theo, “burası benim cennetim” diyordu Didim için. Bir gün anamı çok özledim, Türkiye’de sağ sol dönemi. Yurda giriş, çıkış tehlikeli. Şehirler, yollar birbirini sorgulayan, alıkoyan, vuran insanlarla dolu. Theo’yu çağırdım anamı görmek istediğimi söyledim. Oturdu plan yaptı. Türkiye haritasını açıp, hangi yollardan gitmemiz gerekiyor, nerde ne zaman kalmamız gerek hepsini planladı. Çıktık Ardahan’a geldik. Theo Anamın elini öptü, yanında kaldık. Sonra çıkıp geri geldik. O yolculuğu unutmam. Bir keresinde ise bana seslenerek, onu aldatıp aldatmadığımı sordu. Ben Theo’yu hiç aldatmadım, aklımdan bile geçmedi. Ama o buna inanmadı tabi, bununla ilgili bana hep şakalar yapardı. O benim tanrıçamdı. Onu üzemezdim. Theo, beni yeniden yarattı, var etti, silkti, ayağa kaldırdı, hayata bağladı diyordu yaşlı bilge. O sabah mutfakta kahvaltı yapıyordum, Theo ve küçük kızım alışverişe gitmek için evden çıktılar. Daha iki dakka olmamıştı ki kızım koşarak içeri geldi, baba koş anneme bir şey oldu dedi. Koştum gittim. Başını arabanın direksiyonuna dayamış baygın duruyordu. Soluğu kesilmişti. Yere uzattım, bir, iki, üç, dört, beş……nefes. bir, iki, üç, dört, beş……nefes. Çok uğraştım, kurtaramadım. Kalbine yenik düştü. Theo’mu kaybettim, dedi. Kalakaldım.. Bir an için “Memnun oldum” diyecek oldum ama sadece sustum. Aklımda Hesiodos’un kelimeleri dolaşıyordu; “O sırada gökyüzünden bir örs düşse, ancak dokuz gün dokuz gece sonra varabilirdi yeryüzüne.” Gece yatakta anlattıklarını düşündüm. Ertesi gün beni uğurladı yaşlı bilge. Uçakta gelirken içim geçmiş. Rüyamda boş bir duvar ve duvarda asılı, kocaman fotoğrafta gülen gözlerle Theodore. Uyandım. Aklımda yine Hesiodos’un kelimeleri…. “ve tunçtan bir örs düşse yeryüzünden, ancak dokuz gün dokuz gece sonra varabilirdi göz bebeklerine.” Işıklar içinde uyu Theodore. O yaşlı bilge seni sonsuza kadar sevecek. Yazan: Doğu Yılmaz **Fotoğraflarda kalanlar..  Babam tanıştırmıştı bana ailesini.. Ben de oğlumla tanıştırmıştım babamın bize bıraktığı değerli bir miras gibi, Atilla Amcayı, Karaca ailesinin Öztürk isimli ferdini… Aynur abla, Serpil abla kız kardeşleriydi Atilla Amcanın… Erdoğan abi de bir albay çocuğu olarak ailenin eniştesiydi. Ve hep 'akil adamım' diye sıkıldığımda sığındığım, her seferinde uzun hayat hikayesini ezberlercesine dinlediğim, dinlerken birlikte sarhoş olduğumuz Atilla amca da çekip gitmişti.. Hem de 'ölme sakın, yoldayım, geliyorum, yaklaştım..' dememe rağmen ve beni beklemeden.  Ve öldüğünü yolda duyduğumda ne yazabilirdim ardından yıllarca birlikte kalıp, sırdaşım, 83 yaşında ki arkadaşım ardından diye düşünirken..  Ve kendisiyle 2 yıl önce tanıştîrdığım oğlum Doğu’nun “Yaşlı Bilge” adını verdiği Atilla amcanın ardından hiç bir şey yazamadım, oğlum Doğu'nun kendisini ilk görüp yukarıda yazdığı yazıdan öteye zaten yazamazdımda.. Babanında bir gün fotoğraflarda kalacağını unutma oğlum Doğu, güle güle İran kökenli, has Ardahanlı, akil amcam Atilla amca diyerek…
Ekleme Tarihi: 22 Mayıs 2023 - Pazartesi

Yaşlı bilge ve Tanrı’nın hediyesi.

Yağmurlu bir akşam vaktinde aradım kendisini. Beni karşılamak İçin kaldığı apartmanın önüne inmiş, “Ya nerde kaldın sen, bak ıslanmışsın arkadaş” demişti. 81 yaşında birinin bu nezaketi beni hem sevindirmiş hem utandırmıştı. 

İki odası ve salonu olan dairesini, anılarını ölümsüzleştirdiği fotoğraflarla bir sergiye, Ve okuduğu yerli yabancı kitaplarla da küçük bir kütüphaneye çevirmişti. Komodin, televizyon masası, kanepe başlarında ise, bir sürü ilaç kutularıyla mini ecza deposu gibiydi evi, bunu gülerek ifade ettiğimde “ee yaşlı ve yalnız bir adamın evi böyle olur” demişti.
Yalnız yaşıyordu yaşlı bilge. Bu biraz kendi tercihi, birazda kaderin cilvesiydi ona. Oturma odasında karşılıklı iki koltuğun arasına sıkıştırılmış ve üzerindeki kadehleriyle, mezeleriyle sanki yıllardır orada hazır bir şekilde duran masaya uzanıp bana bir kadeh rakı doldurdu.
Günlük konuşmalar, biraz daha tanışmalar, havadan sudan derken zaman bir hayli geçmiş olacak ki, içtiğim birkaç kadehin de etkisiyle dalıp gitmiştim oturduğum koltukta.
Karşımdaki duvarda asılı olan çerçeveler arasında, gülen gözlerle bir kadın fotoğrafı gözüme ilişmişti. Kim bu, demeye kalmadan, aklımı okumuşçasına kadehini havaya kaldırdı yaşlı bilge, benimde kadehimi havaya kaldırmam gerektiren bir edayla sordu; Tanışmak ister misin?
Ardahan’ın bugün en önemli tarihi kalıntılarından olan Akkoşun hanında, annesi rus, babası türk bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti yaşlı bilge.
Masanın üzerinde olan annesinin fotoğrafına doğru uzanarak, bir eliyle kadehini tutuyor, diğer eliyle ise fotoğrafı okşayarak çok sevdiği annesini tasvir ediyordu bana; “Mavi gözlü, buğday tenli, iki üç dil bilen, danstan, edebiyattan anlayan kültürlü bir hanımdı benim anam. Ah o babam yok mu o babam, yerinde rahat durmamış kanına girmiş kandırmış annemi.” Diye esprili bir serzenişte bulunuyordu…
Hiç ara vermeden babasını sordum yaşlı bilgeye. Elindeki kadehi masaya usulca bırakıp koltuğuna oturdu, şöyle birazda gömülerek. Babamın tek bir fotoğrafı bile yok, dedi. Üzüldü mü kızdı mı anlayamadım. Çünkü onları çok erken yaşta bırakıp gitmişti babası.
Çok erken bir yaşta ölmüş babası. Tabi kader bu ya, o da erken atılmış hayata. Türkiye’deyken öğretmen olmuş, subay olmuş. Daha sonra gurbete düşmüş yolu; Alamanya yolcusu kalmasın!
İşçi olarak girdiği fabrikada yönetici olmuş. Tercümanlık, memurluk, komisyonculuk yapmış. Üst perdeden yöneticilerle, şirket sahipleriyle gazetecilerle dost olup cemiyette namı duyulmuş. Irkçıların saldırısına uğramış, ayağının üzerinden araçla geçmişler. Benimle konuşurken ayağını ovalıyordu bir yandan da, noldu bacağına dediğimde uzun hikâye demişti.
İlk evliliğini, çalıştığı fabrikanın kadın şefiyle yapmış fakat onda aradığını bulamamış. Beni çok severdi, gece yarılarına kadar beni bekler, karnımı doyurur, beni koynuna alırdı, dediği ilk karısından iki çocuk yapmış.
Ama onunla mutlu olmadığını, aşkın başka bir şey olduğunu ve bulamadığı aşkı o zamanlar hep başka bedenlerde aradığını söyledi bilge, bunun doğru bir yaklaşım olmadığını itiraf ederek, biraz mağrur bir ifadeyle.
Duygusal sebeplerden ötürü mutsuz geçen epey bir vakitten sonra, günlerden bir gün bir iş kazası geçirmiş vücudunun bazı bölgelerinden yaralanmış. Madden ve maneven yaralı bir şekilde barda oturup çokta umutlu olmadığı gelecek planlarını düşünürken, Onun içeri girdiğini söyledi yaşlı bilge; Tanrı, hediyemi ayağıma kadar göndermişti, diyerek.
Hepimizin izlediği bir filmde diyordu değil mi, "..Aşık olmak anlık birşey....... Birden her şeyin çok parlak göründüğü....... Birden en pastel renklerin ısınmaya başladığı.... Birden tüm yemeklerin çok daha lezzetli olduğu bir an bu..... İnsan karar vererek aşık olmaz.... Sadece bir bakar olurmuş…” Yaşlı Bilge aşkını bulduğu anları anlattıkça bu sözleri düşündüm.. O ise devam ediyordu. Onun Kendisine nasıl seslendiğini, nasıl beline sarıldığını, dansa davetini, bisikletine bindirip kaldığı yurda götürdüğünü, yaralarına yaptığı pansumanları ve sabaha kadar seviştiklerini anlatıyordu… adı Theodore.
Manası Antik yunanda “Tanrının hediyesi” demekmiş, bunu çok sonra öğrendiğimde nedenini bilmediğim bir şekilde ağlamaklı oldum.
Eve ilk girdiğimde en büyük fotoğraf onun fotoğrafıydı. Hemen hemen her duvarda başka bir fotoğrafı vardı. 21 yıl birlikte yaşamışlar, onunla geçirdiğim her saniye dolu doluydu diyordu.
Kumsallarda nasıl uyuduklarını, aynı işyerinde nasıl çalıştıklarını, Ardahan’a nasıl geldiklerini, egede ki yazlık zamanlarını anlattı, kah gülerek, kah içini çekerek. Arada kalkıyor resmini okşuyor sonra kadehinden bir yudum alıyordu.
Didim’i çok severdi, ben bıkmıştım artık her yaz didime gelmekten. Ama Theo, “burası benim cennetim” diyordu Didim için. Bir gün anamı çok özledim, Türkiye’de sağ sol dönemi. Yurda giriş, çıkış tehlikeli. Şehirler, yollar birbirini sorgulayan, alıkoyan, vuran insanlarla dolu. Theo’yu çağırdım anamı görmek istediğimi söyledim. Oturdu plan yaptı. Türkiye haritasını açıp, hangi yollardan gitmemiz gerekiyor, nerde ne zaman kalmamız gerek hepsini planladı. Çıktık Ardahan’a geldik. Theo Anamın elini öptü, yanında kaldık. Sonra çıkıp geri geldik. O yolculuğu unutmam.
Bir keresinde ise bana seslenerek, onu aldatıp aldatmadığımı sordu. Ben Theo’yu hiç aldatmadım, aklımdan bile geçmedi. Ama o buna inanmadı tabi, bununla ilgili bana hep şakalar yapardı. O benim tanrıçamdı. Onu üzemezdim.
Theo, beni yeniden yarattı, var etti, silkti, ayağa kaldırdı, hayata bağladı diyordu yaşlı bilge.
O sabah mutfakta kahvaltı yapıyordum, Theo ve küçük kızım alışverişe gitmek için evden çıktılar. Daha iki dakka olmamıştı ki kızım koşarak içeri geldi, baba koş anneme bir şey oldu dedi.
Koştum gittim. Başını arabanın direksiyonuna dayamış baygın duruyordu. Soluğu kesilmişti. Yere uzattım, bir, iki, üç, dört, beş……nefes. bir, iki, üç, dört, beş……nefes. Çok uğraştım, kurtaramadım. Kalbine yenik düştü. Theo’mu kaybettim, dedi.
Kalakaldım.. Bir an için “Memnun oldum” diyecek oldum ama sadece sustum.
Aklımda Hesiodos’un kelimeleri dolaşıyordu;
“O sırada gökyüzünden bir örs düşse, ancak dokuz gün dokuz gece sonra varabilirdi yeryüzüne.”
Gece yatakta anlattıklarını düşündüm. Ertesi gün beni uğurladı yaşlı bilge. Uçakta gelirken içim geçmiş. Rüyamda boş bir duvar ve duvarda asılı, kocaman fotoğrafta gülen gözlerle Theodore.
Uyandım. Aklımda yine Hesiodos’un kelimeleri….
“ve tunçtan bir örs düşse yeryüzünden, ancak dokuz gün dokuz gece sonra varabilirdi göz bebeklerine.”
Işıklar içinde uyu Theodore.
O yaşlı bilge seni sonsuza kadar sevecek.
Yazan: Doğu Yılmaz

**Fotoğraflarda kalanlar.. 
Babam tanıştırmıştı bana ailesini.. Ben de oğlumla tanıştırmıştım babamın bize bıraktığı değerli bir miras gibi, Atilla Amcayı, Karaca ailesinin Öztürk isimli ferdini…
Aynur abla, Serpil abla kız kardeşleriydi Atilla Amcanın… Erdoğan abi de bir albay çocuğu olarak ailenin eniştesiydi.
Ve hep 'akil adamım' diye sıkıldığımda sığındığım, her seferinde uzun hayat hikayesini ezberlercesine dinlediğim, dinlerken birlikte sarhoş olduğumuz Atilla amca da çekip gitmişti..
Hem de 'ölme sakın, yoldayım, geliyorum, yaklaştım..' dememe rağmen ve beni beklemeden. 
Ve öldüğünü yolda duyduğumda ne yazabilirdim ardından yıllarca birlikte kalıp, sırdaşım, 83 yaşında ki arkadaşım ardından diye düşünirken.. 
Ve kendisiyle 2 yıl önce tanıştîrdığım oğlum Doğu’nun “Yaşlı Bilge” adını verdiği Atilla amcanın ardından hiç bir şey yazamadım, oğlum Doğu'nun kendisini ilk görüp yukarıda yazdığı yazıdan öteye zaten yazamazdımda..
Babanında bir gün fotoğraflarda kalacağını unutma oğlum Doğu, güle güle İran kökenli, has Ardahanlı, akil amcam Atilla amca diyerek…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.