deneme bonusu veren siteler bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal deneme bonusu veren siteler

Pınar Billur Odabaşı
Köşe Yazarı
Pınar Billur Odabaşı
 

Eşi ile annesi arasında kalan erkeklerin dramı

Bu hikayede her şey, “Eee ne zaman evlendiriyoruz seni, var mı bir gelin adayı?” türündeki masum cümlelerle başlıyor aslında... Her gittiğiniz misafirlikte, düğünde dernekte sizi nikâh masasında görmeden yakanızdan düşmeyecek eş-dost, akraba vardır mutlaka... Ya da halay çekerken sizi; muhtemel gelin adaylarıyla yan yana getirmek için efor harcayan teyzelerin takdire şayan çabasına denk gelmişsinizdir illâki... Şimdi bu bireysel performanslara, sosyal medya desteği de eklenince; tanışma, buluşma seremonisi de hızlandı haliyle... Bir iki profil fotosu kritiği, “Haberim yokmuş gibi çek” edasıyla verilen üç- beş instagram pozu ve dillere pelesenk olan birkaç Cemal Süreya sözlerinin de kopyalanmasının ardından nur topu gibi bir çiftimiz oldu bile... Birbirini tanımaktan ziyade; kendini karşı tarafa beğendirme şovuna soyunan çiftler; “Şu işin adını koyalım” cümlesinin de cazibesiyle şıp diye evlilik arifesine geliyor. Aynı yastığa başını koyacağı insanı tanımadan yola çıkanlardaki şu yersiz özgüven; tıpkı prematüre doğan bir bebeğe “Gürbüz” adını vermek gibi ironik hislere sürüklüyor beni... Peki ne değişiyor da; eskilerin “cicim ayı” dedikleri o güzel günler; zamanla “Amaaan erkek milleti değil mi, hepsi aynı!” cümlesine yenik düşüyor? Ya da “İpleri baştan sıkı tut” diye akıl veren kız anaları ile “Oğlumun evi tabii istediğim zaman girip çıkarım” diyen erkek analarının içten pazarlıklı mücadelesinin ölümüne kapıştığını kim inkâr edebilir? İşte burada olan erkeğe oluyor... Bir tarafta kendisini paylaşamayan annesi, diğer tarafta gönül bağı olan eşi... Şiddet deyince herkesin aklına fiziki eylemler gelir; oysa alın size; insanı cendereye sıkışmış gibi hissettiren bir şiddet modeli... Eşi ile annesi arasına sıkışan erkek; sürekli bir şeyleri idare etmeye çalışmaktan, problemlerle uğraşmaktan yorgun düşüyor... Hayatında doğru düzgün sevilmemiş bir annenin, oğlundan bu açığı kapatmasını beklemesi her iki tarafı da yıpratıyor. Elbette bir çocuğa verilen emekler yadsınamaz ama bu ömür boyu “Ben doğurdum, ben büyüttüm; dünkü el kızıyla ben bir miyim !” hegemonyasıyla “sevgi dilenciliği” yapılması anlamına gelmez. Çünkü her insanın kendine ait bir özel hayatı, seçimleri, doğruları vardır... Evladınız bile olsa bir insanın hayatını müdahale alanı olarak görmek çok acımasızca ve hadsizce gelmiştir bana hep.... Geriye dönüp baktığımızda birçoğumuzun henüz küçücük bir çocukken bile hayatlarının, okullarının, mesleki seçimlerinin işgal altında olduğu yadsınamaz bir gerçek... Burada kastettiğim olgu; “yönlendirmek” değil; baskı yapmak... Bağımsız bireyler olmamıza müsaade etmeyen dayatmalaradır benim itirazım... Hâl böyle olunca ömrü boyunca ailesinin her dediğini yapan bir erkek; evliliğinde haklıya; “haklı” diyemiyor. Herhangi bir konuda eşinin yanında olmak istese bile; annesinin vicdani sömürüsüyle karşılaşacağını bildiği için üç maymunu oynuyor... Çünkü biz maalesef “orta nokta”sı olmayan bir milletiz; ille de bir taraf tutmamız isteniyor... Aile içinde, iş yerinde, sanatta, siyasette, futbolda... “Filan kişiyi severim ama bu konuda yanlış yaptı” dediğinizde hemen ikili oynamakla suçlanıyorsunuz... Oysa olgun insan “Eğriye eğri; doğruya doğru” diyebilen kişi değildir de nedir? Tabii ki adil olurken; doğru cümleleri seçerek, yakıp yıkmadan, yapıcı bir tavrı elden bırakmamak gerekir. Çünkü insanın gerçek kimliği; üslubunda gizlidir. Aile içi ilişkilerde de bir taraf tutmak zorunda bırakılan erkek; iki tarafı da idare edeyim derken arada heder oluyor. Bir taraftan “Haklısın anacığım... ”la başlayan gönül alma cümleleri; diğer taraftan hanıma sus payı olarak verilen ek kredi kartları insanı evlendiğine bin pişman ediyor. Bu yüzden aman beyler; hâlden anlayan, eleştiriye tahammülü olan, gerektiğinde aile büyüklerinin nazını niyazını hoş görebilme olgunluğa erişmiş, merhametli insanlarla gönül yolculuğuna çıkın... Seçtiğiniz yol arkadaşı; siz, hayatın direksiyonundayken; yokuşlarda kuvvet; inişlerde sabır, virajlarda dikkat edilmesi gerektiğini özümsemiş olsun. Elini tutmaya karar verdiğiniz insan; bu yolculukta; kilometrelerce uzanan gri sıkıcı bariyer gibi değil; yamaçların arasından aniden beliren nehir misali huzur versin size... Aksi takdirde yol da yolculuk da çekilmez bir hâl alır. Benden söylemesi valla!..
Ekleme Tarihi: 16 Nisan 2021 - Cuma

Eşi ile annesi arasında kalan erkeklerin dramı

Bu hikayede her şey, “Eee ne zaman evlendiriyoruz seni, var mı bir gelin adayı?” türündeki masum cümlelerle başlıyor aslında... Her gittiğiniz misafirlikte, düğünde dernekte sizi nikâh masasında görmeden yakanızdan düşmeyecek eş-dost, akraba vardır mutlaka... Ya da halay çekerken sizi; muhtemel gelin adaylarıyla yan yana getirmek için efor harcayan teyzelerin takdire şayan çabasına denk gelmişsinizdir illâki... Şimdi bu bireysel performanslara, sosyal medya desteği de eklenince; tanışma, buluşma seremonisi de hızlandı haliyle...

Bir iki profil fotosu kritiği, “Haberim yokmuş gibi çek” edasıyla verilen üç- beş instagram pozu ve dillere pelesenk olan birkaç Cemal Süreya sözlerinin de kopyalanmasının ardından nur topu gibi bir çiftimiz oldu bile... Birbirini tanımaktan ziyade; kendini karşı tarafa beğendirme şovuna soyunan çiftler; “Şu işin adını koyalım” cümlesinin de cazibesiyle şıp diye evlilik arifesine geliyor. Aynı yastığa başını koyacağı insanı tanımadan yola çıkanlardaki şu yersiz özgüven; tıpkı prematüre doğan bir bebeğe “Gürbüz” adını vermek gibi ironik hislere sürüklüyor beni... Peki ne değişiyor da; eskilerin “cicim ayı” dedikleri o güzel günler; zamanla “Amaaan erkek milleti değil mi, hepsi aynı!” cümlesine yenik düşüyor? Ya da “İpleri baştan sıkı tut” diye akıl veren kız anaları ile “Oğlumun evi tabii istediğim zaman girip çıkarım” diyen erkek analarının içten pazarlıklı mücadelesinin ölümüne kapıştığını kim inkâr edebilir? İşte burada olan erkeğe oluyor... Bir tarafta kendisini paylaşamayan annesi, diğer tarafta gönül bağı olan eşi... Şiddet deyince herkesin aklına fiziki eylemler gelir; oysa alın size; insanı cendereye sıkışmış gibi hissettiren bir şiddet modeli...

Eşi ile annesi arasına sıkışan erkek; sürekli bir şeyleri idare etmeye çalışmaktan, problemlerle uğraşmaktan yorgun düşüyor... Hayatında doğru düzgün sevilmemiş bir annenin, oğlundan bu açığı kapatmasını beklemesi her iki tarafı da yıpratıyor. Elbette bir çocuğa verilen emekler yadsınamaz ama bu ömür boyu “Ben doğurdum, ben büyüttüm; dünkü el kızıyla ben bir miyim !” hegemonyasıyla “sevgi dilenciliği” yapılması anlamına gelmez. Çünkü her insanın kendine ait bir özel hayatı, seçimleri, doğruları vardır... Evladınız bile olsa bir insanın hayatını müdahale alanı olarak görmek çok acımasızca ve hadsizce gelmiştir bana hep.... Geriye dönüp baktığımızda birçoğumuzun henüz küçücük bir çocukken bile hayatlarının, okullarının, mesleki seçimlerinin işgal altında olduğu yadsınamaz bir gerçek... Burada kastettiğim olgu; “yönlendirmek” değil; baskı yapmak... Bağımsız bireyler olmamıza müsaade etmeyen dayatmalaradır benim itirazım... Hâl böyle olunca ömrü boyunca ailesinin her dediğini yapan bir erkek; evliliğinde haklıya; “haklı” diyemiyor. Herhangi bir konuda eşinin yanında olmak istese bile; annesinin vicdani sömürüsüyle karşılaşacağını bildiği için üç maymunu oynuyor... Çünkü biz maalesef “orta nokta”sı olmayan bir milletiz; ille de bir taraf tutmamız isteniyor... Aile içinde, iş yerinde, sanatta, siyasette, futbolda... “Filan kişiyi severim ama bu konuda yanlış yaptı” dediğinizde hemen ikili oynamakla suçlanıyorsunuz... Oysa olgun insan “Eğriye eğri; doğruya doğru” diyebilen kişi değildir de nedir? Tabii ki adil olurken; doğru cümleleri seçerek, yakıp yıkmadan, yapıcı bir tavrı elden bırakmamak gerekir. Çünkü insanın gerçek kimliği; üslubunda gizlidir.

Aile içi ilişkilerde de bir taraf tutmak zorunda bırakılan erkek; iki tarafı da idare edeyim derken arada heder oluyor. Bir taraftan “Haklısın anacığım... ”la başlayan gönül alma cümleleri; diğer taraftan hanıma sus payı olarak verilen ek kredi kartları insanı evlendiğine bin pişman ediyor. Bu yüzden aman beyler; hâlden anlayan, eleştiriye tahammülü olan, gerektiğinde aile büyüklerinin nazını niyazını hoş görebilme olgunluğa erişmiş, merhametli insanlarla gönül yolculuğuna çıkın... Seçtiğiniz yol arkadaşı; siz, hayatın direksiyonundayken; yokuşlarda kuvvet; inişlerde sabır, virajlarda dikkat edilmesi gerektiğini özümsemiş olsun. Elini tutmaya karar verdiğiniz insan; bu yolculukta; kilometrelerce uzanan gri sıkıcı bariyer gibi değil; yamaçların arasından aniden beliren nehir misali huzur versin size... Aksi takdirde yol da yolculuk da çekilmez bir hâl alır. Benden söylemesi valla!..

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.