deneme bonusu veren siteler bahis siteleri bonus veren siteler

deneme bonusu veren siteler

virginiawinefestival.org/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal deneme bonusu veren siteler

Pınar Billur Odabaşı
Köşe Yazarı
Pınar Billur Odabaşı
 

Kraldan çok kralcılar…

Hayatın her alanında karşımıza çıkıyor “kraldan çok kralcılar”… İş yerinde, hastanede, postanede kısacası her yerde… Bir olayı asıl muhatabıyla görüşmeyelim diye ellerinden gelen çabayı harcayan bu insan güruhundan bıktık artık… Geçmişlerindeki maddi manevi eksikleri, hasbelkader geldikleri mevkinin gücüne sığınarak gidermeye çalışan bu insanların acizliğine de üzülüyorum… Zaten ağızlarını açtıklarında; sergiledikleri kibirden anlıyorum içlerinin ne kadar boş olduğunu… Zirâ; insanlar başaklara benzerler, içleri boşsa başları havada olur, doldukça öne eğilirler öyle değil mi? İnsan içsel yolculuğunu tamamlayıp, olgunlaştıkça, dünyanın kimseye kalmayacağı gerçeğini özümsedikçe mütevazılığı da artar. Elbette bu kıvama gelmek herkese nasip olmuyor… Şimdi bu konuyu kendimden bir örnekle izah edeyim dilim döndüğünce… Bir gün röntgen çekilmek için eşimin görevli olduğu devlet hastanesine gittim… Eş durumundan ayrıcalıklı olmadığımı, kimsenin hakkına girmeyi doğru bulmadığımı düşünüp sıraya girdim… Uzunca bir süre bekledim kuyrukta. Ağrılarım iyice artmıştı. Kapı önündeki insanları yok sayıp “Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?” cümlesinden ziyadesiyle utanan biri olarak; kuyruktaki yaşlı amcadan, onun önünde kucağında çocuğuyla bekleyen kadından hiçbir farkım yoktu ki… Hepimiz günün birinde bir “hiç” olmayacak mıydık zaten? “Kaç saattir nerdesin sen?” diye merak eden eşim yanıma uğradı… Öğle tatiline 7-8 dakika kala tam da sıra bana gelmişti. Zaten işim de 2-3 dakikalıktı, tecrübeyle sabit olduğum bir durumdu bu… İçeriden adımı okuyan olmayınca; kapıyı tıklattım ve sesimi daha da kibarlaştırarak; “Afedersiniz, gelebilir miyim acaba?” diye sordum. “Öğle tatilindeyiz, kör müsünüz, okumanız yazmanız da mı yok!” cümlesini duymamla, koca kapının “çaaatttt!” diye suratımın orta yerine kapanması bir oldu… Sırt röntgenine bir de burun röntgeni eklenmişti artık… Mesleğim gazeteci-yazarlık olduğu için “Okuma yazma bilmiyor musunuz?” sorusunu da pek mânidar bulmuştum üstelik… O an üzerinde beyaz doktor önlüğü olmayan eşim daha fazla dayanamayıp içeri girdi… Yine aynı kişi bu defa daha da sinirlenerek  “Siz laftan anlamıyor musunuz, anlayışınız kıt mı!” diye bağırmaya başlayınca mecburen, “Ben bu hastanenin dahiliye servisinin yanı sıra enfeksiyon hastalıkları servisinde de görevli olan Prof. Dr. bilmem kim vs” diyerek kendini tanıttı eşim…  “Anlayışınız kıt mı?” sorusuyla sınanan insan; en güzel yıllarını bilime adamış, makaleleri en ünlü tıp dergilerinde baş köşede yayınlanmış ve dünyanın en iyi kanser hastanesi olarak bilinen Texas’taki MD Anderson’da bile yıllarca çalışmış, vatanseverlik duyguları ağır bastığı için yurdum insanına hizmet etmek uğruna memleketini tercih etmiş bir kimlikti oysa... “Fırça profesörü” olan asistan; “Hocam, çok özür dilerim, gerçekten bilmiyordum, n’olur bunu yaşanmamış sayalım, n’olur beni şeflerime şikâyet etmeyin” diye kıvranmaya başladı… İşin tuhaf yanı hâlâ kendi çıkarını düşünüyor olmasıydı… İnsanlara, insan gibi davranabilmek için ille de kimlik ispatına gerek yoktu ki; maalesef bunu hiç anlayamamıştı… Asıl üzücü olan da buydu zaten… Röntgen çekildikten sonra durum değerlendirmesi için odaya giren mütevazı doktor arkadaşla ayaküstü konuşurken; korkudan eli ayağı titreyen asistanın, işinden olma endişesiyle baygınlık geçirecek gibi olduğunu hissedip, “İyi misiniz, size su vereyim mi?” dedim… Ağrılarım ve işittiğim azarlar; iç sesimi coşturup, “Pınar, n’olur Allah seni daha iyi biri yapmasın, bundan sonrası enayilik seviyesi” diye beni gaza getirmeye çalışsa da ben yine de tebessüm etmeyi tercih ettim. Çünkü vicdanen haklı olmanın rahatlığı; şu hayattaki en yüksek konfor derecesidir. Ama maalesef birçok insan; mutluluğu, burnunun üzerinde unuttuğu gözlük gibi etrafta arayıp duruyor, bulamayınca da sinirleniyor, hıncını başka insanlardan çıkarıyor. Haa kapı hezimetinden sonra benim burnum nasıl mı; yok yok merak etmeyin, baya sağlammış ben de bunu o gün öğrendim… 
Ekleme Tarihi: 06 Kasım 2022 - Pazar

Kraldan çok kralcılar…

Hayatın her alanında karşımıza çıkıyor “kraldan çok kralcılar”… İş yerinde, hastanede, postanede kısacası her yerde… Bir olayı asıl muhatabıyla görüşmeyelim diye ellerinden gelen çabayı harcayan bu insan güruhundan bıktık artık… Geçmişlerindeki maddi manevi eksikleri, hasbelkader geldikleri mevkinin gücüne sığınarak gidermeye çalışan bu insanların acizliğine de üzülüyorum… Zaten ağızlarını açtıklarında; sergiledikleri kibirden anlıyorum içlerinin ne kadar boş olduğunu… Zirâ; insanlar başaklara benzerler, içleri boşsa başları havada olur, doldukça öne eğilirler öyle değil mi? İnsan içsel yolculuğunu tamamlayıp, olgunlaştıkça, dünyanın kimseye kalmayacağı gerçeğini özümsedikçe mütevazılığı da artar. Elbette bu kıvama gelmek herkese nasip olmuyor… Şimdi bu konuyu kendimden bir örnekle izah edeyim dilim döndüğünce… Bir gün röntgen çekilmek için eşimin görevli olduğu devlet hastanesine gittim… Eş durumundan ayrıcalıklı olmadığımı, kimsenin hakkına girmeyi doğru bulmadığımı düşünüp sıraya girdim… Uzunca bir süre bekledim kuyrukta. Ağrılarım iyice artmıştı. Kapı önündeki insanları yok sayıp “Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?” cümlesinden ziyadesiyle utanan biri olarak; kuyruktaki yaşlı amcadan, onun önünde kucağında çocuğuyla bekleyen kadından hiçbir farkım yoktu ki… Hepimiz günün birinde bir “hiç” olmayacak mıydık zaten? “Kaç saattir nerdesin sen?” diye merak eden eşim yanıma uğradı… Öğle tatiline 7-8 dakika kala tam da sıra bana gelmişti. Zaten işim de 2-3 dakikalıktı, tecrübeyle sabit olduğum bir durumdu bu… İçeriden adımı okuyan olmayınca; kapıyı tıklattım ve sesimi daha da kibarlaştırarak; “Afedersiniz, gelebilir miyim acaba?” diye sordum. “Öğle tatilindeyiz, kör müsünüz, okumanız yazmanız da mı yok!” cümlesini duymamla, koca kapının “çaaatttt!” diye suratımın orta yerine kapanması bir oldu… Sırt röntgenine bir de burun röntgeni eklenmişti artık… Mesleğim gazeteci-yazarlık olduğu için “Okuma yazma bilmiyor musunuz?” sorusunu da pek mânidar bulmuştum üstelik… O an üzerinde beyaz doktor önlüğü olmayan eşim daha fazla dayanamayıp içeri girdi… Yine aynı kişi bu defa daha da sinirlenerek  “Siz laftan anlamıyor musunuz, anlayışınız kıt mı!” diye bağırmaya başlayınca mecburen, “Ben bu hastanenin dahiliye servisinin yanı sıra enfeksiyon hastalıkları servisinde de görevli olan Prof. Dr. bilmem kim vs” diyerek kendini tanıttı eşim…  “Anlayışınız kıt mı?” sorusuyla sınanan insan; en güzel yıllarını bilime adamış, makaleleri en ünlü tıp dergilerinde baş köşede yayınlanmış ve dünyanın en iyi kanser hastanesi olarak bilinen Texas’taki MD Anderson’da bile yıllarca çalışmış, vatanseverlik duyguları ağır bastığı için yurdum insanına hizmet etmek uğruna memleketini tercih etmiş bir kimlikti oysa... “Fırça profesörü” olan asistan; “Hocam, çok özür dilerim, gerçekten bilmiyordum, n’olur bunu yaşanmamış sayalım, n’olur beni şeflerime şikâyet etmeyin” diye kıvranmaya başladı… İşin tuhaf yanı hâlâ kendi çıkarını düşünüyor olmasıydı… İnsanlara, insan gibi davranabilmek için ille de kimlik ispatına gerek yoktu ki; maalesef bunu hiç anlayamamıştı… Asıl üzücü olan da buydu zaten… Röntgen çekildikten sonra durum değerlendirmesi için odaya giren mütevazı doktor arkadaşla ayaküstü konuşurken; korkudan eli ayağı titreyen asistanın, işinden olma endişesiyle baygınlık geçirecek gibi olduğunu hissedip, “İyi misiniz, size su vereyim mi?” dedim… Ağrılarım ve işittiğim azarlar; iç sesimi coşturup, “Pınar, n’olur Allah seni daha iyi biri yapmasın, bundan sonrası enayilik seviyesi” diye beni gaza getirmeye çalışsa da ben yine de tebessüm etmeyi tercih ettim. Çünkü vicdanen haklı olmanın rahatlığı; şu hayattaki en yüksek konfor derecesidir. Ama maalesef birçok insan; mutluluğu, burnunun üzerinde unuttuğu gözlük gibi etrafta arayıp duruyor, bulamayınca da sinirleniyor, hıncını başka insanlardan çıkarıyor. Haa kapı hezimetinden sonra benim burnum nasıl mı; yok yok merak etmeyin, baya sağlammış ben de bunu o gün öğrendim… 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.