deneme bonusu veren siteler bahis siteleri bonus veren siteler

deneme bonusu veren siteler

virginiawinefestival.org/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal

Kemal Aydın
Köşe Yazarı
Kemal Aydın
 

İşin Doğrusu (II.Bölüm)

İşin Doğrusu… Atatürk "Toplumun düşmanı cehalet, cehaletin düşmanı öğretmenlerdir’" sözüyle, öğretmenin sağlıklı bir toplum inşasındaki önemini ortaya koymuştur. Bu duygu ve saygıyla öğretmenlerimizin gününü kutlayarak başlayalım yazımıza… Çağımızın demokrasi ile yönetilen ülkelerinde, planlı ve sağlıklı kentlerin oluşturulması görevi, yerel yönetimlerdedir. Ülkemizde ise bu görev; belde, ilçe, il ve büyükşehir belediyeleri eliyle yerine getirilmektedir. Bu işin hem mutfağında çalışmış hem de teorisini yapmış, başarılı belediyecilik uygulamalarıyla güvenli yaşamın mutluluğunu, beldesinde yaşayan halka tattırmış bir arkadaşınız olarak, geçen hafta "Deprem Gerçeği" üzerine kaleme aldığım yazıyı bıraktığımız yerden irdelemeye devam edelim derim. İlk yazımı okumayanlar varsa aşağıya bir link bırakarak önce o yazımı okumalarını daha sonra buradan devam etmelerini tavsiye ederim. (İşin Doğrusu I.Bölüm) Orta şiddetli deprem ve sel afetleri sonrasında bile, yaşadığımız yüksek can ve mal kayıplarının, hala önlenemiyor olmasını anlayamıyorum. Çağımızın teknoloji ve iletişim imkânlarına rağmen, gelişmiş dünya ülkelerinin elde etmiş oldukları başarılı sonuçlara, bizim ulaşamıyor olmamızın nedenlerini, oy veren sorumlu yurttaşlar olarak sorgulamamız gerekiyor… Gölcük, Adapazarı ve Düzce’de 1999 yılında yaşadığımız Büyük Marmara Depremi’nde: 19 bin 218 insanını toprağa vermiş, 48 bin 901 insanını yaralı kurtarmış, 5 bin 840 insanı kaybolan Türkiye’nin yasama organı, TBMM Deprem Araştırma Komisyonu raporuna göre; 364 bin 905 konut ve işyerinin yıkıldığı bu bölge, Türkiye ekonomisinin kalbini oluşturmaktadır.Yaklaşık 20 milyar dolarlık zararla, 2001 Krizi, ANAP ve DSP’nin çöküşü ve Ak Parti’nin iktidara gelmesine yol açmak gibi, siyasi ve ekonomik sonuçlar doğuran Marmara Depremi üzerinden 21 yıl geçti. Aradan geçen bu zaman zarfında, inşaat teknolojileri alanında yaşanan büyük gelişmelere rağmen 6.6 büyüklüğünde bir sarsıntı hala canımızı yakıyorsa, bu ahmaklığımızın ve hatalarımızın nedenlerini milletçe düşünmeliyiz. 31 Ekim Cumartesi günü, İzmir’de yaşanan 6.6 büyüklüğündeki depremden 65 saat sonra enkaz altından kurtarılan Elif bebeğin, 91 saat sonra kurtarılan Ayda bebeğin mucizevi kurtuluşlarının sevinciyle, asıl sorgulanması gereken konuların üstünü örtmemeliyiz ve yetkililere: 6 ve 6 büyüklüğün üstündeki depremlerde yıkılacağı mutlak olan bu çürük yapılarda, neden hala insanlar oturuyordu? Neden hala dere kenarları ve tarım arazileri imara açılıyor? Belediyeler bu alanlara hala neden ruhsat veriyor? 8 şiddetinin altında olan depremlerde, can kaybını neredeyse sıfıra indirmiş ülkelerin başardıklarını, biz neden başaramıyoruz? Bu alanda başarılı olmak için etkili yasalara mı sahip değiliz? Yoksa yeterli yasamız var da uygulayıcılar mı görevlerini ihmal ediyorlar? Eğer görevlerini ihmal edenler varsa, o zaman bu ihmallerden dolayı hayatını kaybeden insanımızın hakları ne olacak? Asıl sorumluluk sahibi yetkililer hakkında vicdanları rahatlatacak adil yargılama ne zaman yapılabilecek? Bu ve buna benzer tüm soruları çözüm isteyen yurttaşlar olarak, karar alıcılara sıklıkla sormak zorundayız… İzmir Depremi’nde, eğitimli ve donanımlı arama kurtarma ekiplerimizin, birçok başarılı kurtarma operasyonlarına imza atmış olmaları elbette göğsümüzü kabartıyor. Enkaz altından çıkartarak hayatlarını kurtardıkları insanlarımız için onlara minnet ve şükran duyuyoruz. Arama ve Kurtarma alanında devlet ve sivil toplum örgütlerimizin gösterdikleri gelişme takdire şayandır. Fakat bu alandaki olağanüstü başarılar bile 2020 yılında dünyada yaşanan depremlerde hayatını kaybeden 198 insanın, 160’ının Türkiye’de kaybedilmiş olması gerçeğini düşünmekten bizi alıkoyamıyor… Evet, Ayda bebek kurtuldu belki ama Rıza Bey Apartmanı enkazı altında kalan, annesi Fidan Hanım hayatını kaybetti… 10 yaşında Elzem ve Ezel Perinçek kardeşlerin 3 yaşındaki kardeşleri Elif bebek ve anneleri Seher Perinçek, Doğan Apartmanı enkazından kurtuldu ama 7 yaşında ki Umut Perinçek, yaşamını yitirdi. Belediyeden ruhsat ve iskân izinleri olan, Rıza Bey Apartmanı, Ayda bebeği yetim bıraktı. Doğanlar Apartmanı, Seher Hanım’ın Umut’unu söndürdü… Devletin görevi vatandaşının can ve mal güvenliğini temin etmektir. Devlet bu görevini layıkıyla yerine getirmek için vatandaşından vergi toplar. Can ve mal güvenliği; yalnızca terör, gasp, hırsızlık gibi adli ve cinai suçlularla sınırlı tutulamaz. Deprem gibi afetlerden dolayı oluşacak can ve mal güvenliği sorunu da ülkenin bekası için bir tehdit oluşturur. Yüz ölçüsünün yüzde 92’si 1. ve 2. derece deprem bölgesi içerisinde bulunan ülkemizdeki konut stokunun, yaklaşık yüzde 40’ının ömrünü tamamlamış, sağlıksız ve ruhsatsız yapılardan oluşması bile, tehdidin büyüklüğünü anlamamız açısından yeterlidir. O halde, ülkemizin üzerinde oturduğu fay hatlarının yerini değiştiremeyeceğimize göre, kangrene dönüşmüş bu sorunun kalıcı olarak üstesinden gelmek için, millet ve devlet olarak birlikte çalışmak zorundayız… Ne yazık ki, 1960 yılından bu yana gündemde olan "imara aykırı yapılar" sorunu, seçimle iş başına gelen siyasi yöneticilerin ciddiyetle üzerine eğildikleri bir konu olmamıştır. Kaçak yapı ve gecekondularda, imar ve tapu güvencesinden yoksun şekilde yaşamlarını kurmak zorunda kalmış yurttaşların oylarına talip olan iktidar partileri, her seçim öncesinde çıkarttıkları ’’İmar Affı’’ yasalarıyla devlete olan güven ve saygı duygularını örselemişlerdir. Toplumun güven içerisinde kardeşçe yaşamasının asıl teminatı olan: ahlak, adalet, eşitlik, hak, hukuk gibi değerlerin yozlaşmasına sebep olmuşlardır. Bu popülist af yasaları sayesinde sorun, daha da yaygınlaşmış ve derinleşerek kangrene dönüşmüştür. Üzülerek ifade etmeliyim ki, bu çağda bile çözüm; imar barışı yasalarında aranıyorsa, milletimizin daha büyük felaketlere hazırlıklı olmasında yarar vardır… Bu sorun ancak "Milli Güvenlik" meselesi olarak ele alınarak çözülebilir. Milli Güvenlik Strateji Belgesi’nde, tehdit sıralamasında deprem, ilk sırada yer almalıdır. Depreme karşı alınacak önlemler bilimin emrettiği şekilde Anayasal zorunluluk haline getirilmelidir. Sorunun büyümesinden başka bir işe yaramamış popülist imar affı yasaları, bir daha geri dönmemek üzere son bulmalıdır. TBMM üyeleri ve hükümet, halkın bu konudaki beklentisini sona erdirecek iletişimi kurma sorumluluğunu üzerlerine almalıdır. Yine imar planı yapma ve yasa dışı yapılaşmaya engel olma yetkisini elinde bulunduran belediyeler, imar mevzuatına uygunsuz yapıları yapmaya kalkışanları denetleme ve cezalandırma işlemlerini, vakit geçirmeden yerine getirmelidir. Yani, kurumlar arasında yetki ve sorumluluklar net bir şekilde paylaştırılmalıdır ki, millet de kime hesap soracağını bilsin… Merkezi ve yerel düzeyde kamu yönetiminin, deprem konusuna yaklaşımları hakkında, geçen haftaki yazının devamı olarak, bu haftaki yazımızla yeterince fikir sahibi olduğumuz kanısındayım. Sorunun asıl nedenlerini ve çözüm yöntemlerini bulabilmek için doğru soruları sormalıyız. Mesela: deprem ve sel gibi afetlerde can ve mal kaybını gelişmiş ülke standartlarına neden indiremiyoruz? Bu konuda yetkili olan kurumlar görevlerini layıkıyla yerine getiremiyorlar mı? Bugörevleri yerine getirmelerine engel olan unsurlar nelerdir? Kalıcı çözümün gecikmesinde halkın rolü nedir? Devamı haftaya… Siz değerli sakinca.com haber portalı okuyucularından almış olduğum olumlu geri dönüşler, ne mutlu ki bu hafta yeniden buluşmamıza sebebiyet verdi. Haftaya da görüşmek dileğiyle… Sağlıkla kalın!
Ekleme Tarihi: 25 Kasım 2020 - Çarşamba

İşin Doğrusu (II.Bölüm)

İşin Doğrusu…

Atatürk "Toplumun düşmanı cehalet, cehaletin düşmanı öğretmenlerdir’" sözüyle, öğretmenin sağlıklı bir toplum inşasındaki önemini ortaya koymuştur. Bu duygu ve saygıyla öğretmenlerimizin gününü kutlayarak başlayalım yazımıza…

Çağımızın demokrasi ile yönetilen ülkelerinde, planlı ve sağlıklı kentlerin oluşturulması görevi, yerel yönetimlerdedir. Ülkemizde ise bu görev; belde, ilçe, il ve büyükşehir belediyeleri eliyle yerine getirilmektedir. Bu işin hem mutfağında çalışmış hem de teorisini yapmış, başarılı belediyecilik uygulamalarıyla güvenli yaşamın mutluluğunu, beldesinde yaşayan halka tattırmış bir arkadaşınız olarak, geçen hafta "Deprem Gerçeği" üzerine kaleme aldığım yazıyı bıraktığımız yerden irdelemeye devam edelim derim.

İlk yazımı okumayanlar varsa aşağıya bir link bırakarak önce o yazımı okumalarını daha sonra buradan devam etmelerini tavsiye ederim. (İşin Doğrusu I.Bölüm)

Orta şiddetli deprem ve sel afetleri sonrasında bile, yaşadığımız yüksek can ve mal kayıplarının, hala önlenemiyor olmasını anlayamıyorum. Çağımızın teknoloji ve iletişim imkânlarına rağmen, gelişmiş dünya ülkelerinin elde etmiş oldukları başarılı sonuçlara, bizim ulaşamıyor olmamızın nedenlerini, oy veren sorumlu yurttaşlar olarak sorgulamamız gerekiyor…

Gölcük, Adapazarı ve Düzce’de 1999 yılında yaşadığımız Büyük Marmara Depremi’nde: 19 bin 218 insanını toprağa vermiş, 48 bin 901 insanını yaralı kurtarmış, 5 bin 840 insanı kaybolan Türkiye’nin yasama organı, TBMM Deprem Araştırma Komisyonu raporuna göre; 364 bin 905 konut ve işyerinin yıkıldığı bu bölge, Türkiye ekonomisinin kalbini oluşturmaktadır.Yaklaşık 20 milyar dolarlık zararla, 2001 Krizi, ANAP ve DSP’nin çöküşü ve Ak Parti’nin iktidara gelmesine yol açmak gibi, siyasi ve ekonomik sonuçlar doğuran Marmara Depremi üzerinden 21 yıl geçti. Aradan geçen bu zaman zarfında, inşaat teknolojileri alanında yaşanan büyük gelişmelere rağmen 6.6 büyüklüğünde bir sarsıntı hala canımızı yakıyorsa, bu ahmaklığımızın ve hatalarımızın nedenlerini milletçe düşünmeliyiz.

31 Ekim Cumartesi günü, İzmir’de yaşanan 6.6 büyüklüğündeki depremden 65 saat sonra enkaz altından kurtarılan Elif bebeğin, 91 saat sonra kurtarılan Ayda bebeğin mucizevi kurtuluşlarının sevinciyle, asıl sorgulanması gereken konuların üstünü örtmemeliyiz ve yetkililere: 6 ve 6 büyüklüğün üstündeki depremlerde yıkılacağı mutlak olan bu çürük yapılarda, neden hala insanlar oturuyordu? Neden hala dere kenarları ve tarım arazileri imara açılıyor? Belediyeler bu alanlara hala neden ruhsat veriyor? 8 şiddetinin altında olan depremlerde, can kaybını neredeyse sıfıra indirmiş ülkelerin başardıklarını, biz neden başaramıyoruz? Bu alanda başarılı olmak için etkili yasalara mı sahip değiliz? Yoksa yeterli yasamız var da uygulayıcılar mı görevlerini ihmal ediyorlar? Eğer görevlerini ihmal edenler varsa, o zaman bu ihmallerden dolayı hayatını kaybeden insanımızın hakları ne olacak? Asıl sorumluluk sahibi yetkililer hakkında vicdanları rahatlatacak adil yargılama ne zaman yapılabilecek? Bu ve buna benzer tüm soruları çözüm isteyen yurttaşlar olarak, karar alıcılara sıklıkla sormak zorundayız…

İzmir Depremi’nde, eğitimli ve donanımlı arama kurtarma ekiplerimizin, birçok başarılı kurtarma operasyonlarına imza atmış olmaları elbette göğsümüzü kabartıyor. Enkaz altından çıkartarak hayatlarını kurtardıkları insanlarımız için onlara minnet ve şükran duyuyoruz. Arama ve Kurtarma alanında devlet ve sivil toplum örgütlerimizin gösterdikleri gelişme takdire şayandır. Fakat bu alandaki olağanüstü başarılar bile 2020 yılında dünyada yaşanan depremlerde hayatını kaybeden 198 insanın, 160’ının Türkiye’de kaybedilmiş olması gerçeğini düşünmekten bizi alıkoyamıyor…

Evet, Ayda bebek kurtuldu belki ama Rıza Bey Apartmanı enkazı altında kalan, annesi Fidan Hanım hayatını kaybetti… 10 yaşında Elzem ve Ezel Perinçek kardeşlerin 3 yaşındaki kardeşleri Elif bebek ve anneleri Seher Perinçek, Doğan Apartmanı enkazından kurtuldu ama 7 yaşında ki Umut Perinçek, yaşamını yitirdi. Belediyeden ruhsat ve iskân izinleri olan, Rıza Bey Apartmanı, Ayda bebeği yetim bıraktı. Doğanlar Apartmanı, Seher Hanım’ın Umut’unu söndürdü…

Devletin görevi vatandaşının can ve mal güvenliğini temin etmektir. Devlet bu görevini layıkıyla yerine getirmek için vatandaşından vergi toplar. Can ve mal güvenliği; yalnızca terör, gasp, hırsızlık gibi adli ve cinai suçlularla sınırlı tutulamaz. Deprem gibi afetlerden dolayı oluşacak can ve mal güvenliği sorunu da ülkenin bekası için bir tehdit oluşturur. Yüz ölçüsünün yüzde 92’si 1. ve 2. derece deprem bölgesi içerisinde bulunan ülkemizdeki konut stokunun, yaklaşık yüzde 40’ının ömrünü tamamlamış, sağlıksız ve ruhsatsız yapılardan oluşması bile, tehdidin büyüklüğünü anlamamız açısından yeterlidir. O halde, ülkemizin üzerinde oturduğu fay hatlarının yerini değiştiremeyeceğimize göre, kangrene dönüşmüş bu sorunun kalıcı olarak üstesinden gelmek için, millet ve devlet olarak birlikte çalışmak zorundayız…

Ne yazık ki, 1960 yılından bu yana gündemde olan "imara aykırı yapılar" sorunu, seçimle iş başına gelen siyasi yöneticilerin ciddiyetle üzerine eğildikleri bir konu olmamıştır. Kaçak yapı ve gecekondularda, imar ve tapu güvencesinden yoksun şekilde yaşamlarını kurmak zorunda kalmış yurttaşların oylarına talip olan iktidar partileri, her seçim öncesinde çıkarttıkları ’’İmar Affı’’ yasalarıyla devlete olan güven ve saygı duygularını örselemişlerdir. Toplumun güven içerisinde kardeşçe yaşamasının asıl teminatı olan: ahlak, adalet, eşitlik, hak, hukuk gibi değerlerin yozlaşmasına sebep olmuşlardır. Bu popülist af yasaları sayesinde sorun, daha da yaygınlaşmış ve derinleşerek kangrene dönüşmüştür. Üzülerek ifade etmeliyim ki, bu çağda bile çözüm; imar barışı yasalarında aranıyorsa, milletimizin daha büyük felaketlere hazırlıklı olmasında yarar vardır…

Bu sorun ancak "Milli Güvenlik" meselesi olarak ele alınarak çözülebilir. Milli Güvenlik Strateji Belgesi’nde, tehdit sıralamasında deprem, ilk sırada yer almalıdır. Depreme karşı alınacak önlemler bilimin emrettiği şekilde Anayasal zorunluluk haline getirilmelidir. Sorunun büyümesinden başka bir işe yaramamış popülist imar affı yasaları, bir daha geri dönmemek üzere son bulmalıdır. TBMM üyeleri ve hükümet, halkın bu konudaki beklentisini sona erdirecek iletişimi kurma sorumluluğunu üzerlerine almalıdır. Yine imar planı yapma ve yasa dışı yapılaşmaya engel olma yetkisini elinde bulunduran belediyeler, imar mevzuatına uygunsuz yapıları yapmaya kalkışanları denetleme ve cezalandırma işlemlerini, vakit geçirmeden yerine getirmelidir. Yani, kurumlar arasında yetki ve sorumluluklar net bir şekilde paylaştırılmalıdır ki, millet de kime hesap soracağını bilsin…

Merkezi ve yerel düzeyde kamu yönetiminin, deprem konusuna yaklaşımları hakkında, geçen haftaki yazının devamı olarak, bu haftaki yazımızla yeterince fikir sahibi olduğumuz kanısındayım. Sorunun asıl nedenlerini ve çözüm yöntemlerini bulabilmek için doğru soruları sormalıyız. Mesela: deprem ve sel gibi afetlerde can ve mal kaybını gelişmiş ülke standartlarına neden indiremiyoruz? Bu konuda yetkili olan kurumlar görevlerini layıkıyla yerine getiremiyorlar mı? Bugörevleri yerine getirmelerine engel olan unsurlar nelerdir? Kalıcı çözümün gecikmesinde halkın rolü nedir?

Devamı haftaya…

Siz değerli sakinca.com haber portalı okuyucularından almış olduğum olumlu geri dönüşler, ne mutlu ki bu hafta yeniden buluşmamıza sebebiyet verdi. Haftaya da görüşmek dileğiyle…

Sağlıkla kalın!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.