deneme bonusu veren siteler bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal deneme bonusu veren siteler

Pınar Billur Odabaşı
Köşe Yazarı
Pınar Billur Odabaşı
 

“İnsan” en çok ne zaman insandır?

Sizce bir insanın duruşunu, gerçek kimliğini, huyunu suyunu, nezaketini, kalitesini en çok ne zaman anlarız? Şimdi içinizden belki de; alışverişte, tatilde, işyerinde terfi ettiğinde, büyük ikramiyeyi bulduğunda vs. diyebilirsiniz... Ya da bazen biraz sinir, bir parça kırgınlık ve çokça pişmanlık içeren sitemkâr cümleler kurarız; “Yazıklar olsun, hiç tanıyamamışım seni vs” diye... Belki de o an kavgamız biraz da kendimizledir. Çünkü “Nerden tanıdım O’nu!” demeyiz de “Beni tanımasına nasıl izin verdim!” diye dövünürüz. Biliriz karşımızdaki insanın sinirlendiğinde; neler yapabileceğini, bizi neyle vuracağını... İşte ben tam da bu noktada anlıyorum “özü insan” olanları... Bir insanın gerçek kalitesi; onunla aranız bozulsa bile sizin arkanızdan kötü yorum yapmamasında saklıdır bence... Dün “Canım” dediği insana yarın “Canın çıksın” demeyenlere hasret kaldığımız günler yaşıyoruz. Üstelik bu da yetmezmiş gibi; yeni yeni adetler türedi. Dün sevgilisinden ayrılan; ertesi gün çıstak çıstak atarlı-giderli bir Demet Akalın şarkısı paylaşmadan duramıyor mesela... Oysa aynı kişi; arabadan inip, eve geçip, gecenin yalnızlığıyla yüzleştiğinde; içten içe Cengiz Kurdoğlu veya Müslüm Gürses’in arabesk moduna geçiş yapıyor... Yine de karşı tarafa inat “Ohhh sensiz de mutluyum” rolüne bürünmek için alıyor eline bir kitap, bir kahve; yanına da cümle dağarcığı yetmediği için “bilmem ne keyfi”ni iliştiriveriyor... Bir garibana verirken içine oturan üç kuruşu; koştura koştura gidip falcıya verip “Bana geri dönecek mi?”nin cevabını arıyor... Ya da meraktan çatlıyor; “Şimdi kiminle, nerde, ne yapıyor, yerime birini buldu mu?” diye; ama asla karşı tarafın paylaşımlarına, hikayelerine, fotoğraflarına bakmıyor... İlgilenmiyormuş gibi davranmanın doğru olduğunu sanıyor. Oysa bu; o kişiyi daha çok önemsediği anlamına geliyor; farkında değil... Birini bilinçli olarak görmezden gelme çabası; kendisiyle barışık, olgun insanları kızdırmaz ki; tam tersi hâlâ sevildiğini hissettirir. Ayrıca yaşanılan güzel günlerin hatrı için saygıyla vedalaşmak dururken; en ufak bir fırsatta, gidilen arkadaş ortamlarında, gelininin açığını kollayan fesat kayınvalide edasıyla; “Şöyle kötü biri, böyle rezil bir tip!” diye verip veriştirmek de neyin nesidir? Muazzam bir nankörlük çeşidi gibi gelir bana hep bu tavır... Hem insana sormazlar mı “Madem bu kadar kötü biriydi de senin onunla ne işin vardı?” diye... Ayrıca inandırıcılığınızı ve güvenilirliğinizi de kaybedersiniz... Çünkü karşınızdaki insan, o an “Demek ki bununla aramız bozulsa beni de cümle aleme rezil rüsva eder” ihtimalini düşünür... O yüzden ister akraba olsun; ister eş, dost; ister sevgili; bir insanı en çok sizden ayrı olduğu dönemde tanırsınız. Ortalık güllük gülistanlıkken herkes iltifatlara sarılıyor zaten; ama asıl marifet dargınken de kendimizi kontrol edebilme olgunluğunda saklı. Çünkü yollarınız ayrılmış olsa da hayata farklı pencerelerden baktığınız bazı insanların; duruşu ve kalitesi asla değişmez... “O, benim için kötü bir yorum yapmaz, beni hedef göstermez, samimi olduğumuz günlerde verdiğim sırrımı asla bana karşı koz olarak kullanmaz” diyebildiğimiz güzel insanları; hep buruk bir tebessümle anarız. Çünkü o an hissettiğimiz şey; “kazanmak” değil “azalmak” duygusudur. Zaten bir insanla anlaşamamak; iki tarafın da kötü olduğu anlamına gelmez... Bu şuna benzer; bir yaz günü tası tarağı toplayıp pikniğe gitmek için plan yaparsınız. Çimlerin üzerine yayılmak için bir heves hazırlanırsınız, beyazları giyersiniz... Ama o gün yağmur bulutları da göz kırpar size... İlle de gidicem diye tutturursanız; piknik, çamur banyosuna döner... İnsan ilişkileri de tıpkı böyledir. Suç; ne buluttadır ne de içinizdeki piknik aşkında... Olmayınca olmuyordur işte... Bazen kırılırız, bazen içimiz burkulur evet; ama biliriz ki bir gün dargın olduğumuz herhangi bir kişiyle yolda karşılaşacak olursak; karşılıklı selamlaşmanın içinde bile “naif”lik ve saygı başrolde olur... O yüzden şartlar ne olursa olsun, hiçbir zaman “nefret”e dönüşmeyen sevgilere zaafım var benim... Çünkü bir insana en çok yakışan tavır; gücü yettiği halde sizi üzmek yerine; tam tersi size kırgın olsa bile iyilikler dileyebilmeyi tercih etmektir. Sadece bu dünya için değil; göçüp gittikten sonra bile güzel hatırlanmak kadar kıymetli bir zenginlik olmadığını savunanlara çıksın tüm yollarınız...
Ekleme Tarihi: 07 Mart 2021 - Pazar

“İnsan” en çok ne zaman insandır?

Sizce bir insanın duruşunu, gerçek kimliğini, huyunu suyunu, nezaketini, kalitesini en çok ne zaman anlarız? Şimdi içinizden belki de; alışverişte, tatilde, işyerinde terfi ettiğinde, büyük ikramiyeyi bulduğunda vs. diyebilirsiniz... Ya da bazen biraz sinir, bir parça kırgınlık ve çokça pişmanlık içeren sitemkâr cümleler kurarız; “Yazıklar olsun, hiç tanıyamamışım seni vs” diye... Belki de o an kavgamız biraz da kendimizledir. Çünkü “Nerden tanıdım O’nu!” demeyiz de “Beni tanımasına nasıl izin verdim!” diye dövünürüz. Biliriz karşımızdaki insanın sinirlendiğinde; neler yapabileceğini, bizi neyle vuracağını... İşte ben tam da bu noktada anlıyorum “özü insan” olanları...

Bir insanın gerçek kalitesi; onunla aranız bozulsa bile sizin arkanızdan kötü yorum yapmamasında saklıdır bence... Dün “Canım” dediği insana yarın “Canın çıksın” demeyenlere hasret kaldığımız günler yaşıyoruz. Üstelik bu da yetmezmiş gibi; yeni yeni adetler türedi. Dün sevgilisinden ayrılan; ertesi gün çıstak çıstak atarlı-giderli bir Demet Akalın şarkısı paylaşmadan duramıyor mesela... Oysa aynı kişi; arabadan inip, eve geçip, gecenin yalnızlığıyla yüzleştiğinde; içten içe Cengiz Kurdoğlu veya Müslüm Gürses’in arabesk moduna geçiş yapıyor... Yine de karşı tarafa inat “Ohhh sensiz de mutluyum” rolüne bürünmek için alıyor eline bir kitap, bir kahve; yanına da cümle dağarcığı yetmediği için “bilmem ne keyfi”ni iliştiriveriyor... Bir garibana verirken içine oturan üç kuruşu; koştura koştura gidip falcıya verip “Bana geri dönecek mi?”nin cevabını arıyor... Ya da meraktan çatlıyor; “Şimdi kiminle, nerde, ne yapıyor, yerime birini buldu mu?” diye; ama asla karşı tarafın paylaşımlarına, hikayelerine, fotoğraflarına bakmıyor... İlgilenmiyormuş gibi davranmanın doğru olduğunu sanıyor. Oysa bu; o kişiyi daha çok önemsediği anlamına geliyor; farkında değil... Birini bilinçli olarak görmezden gelme çabası; kendisiyle barışık, olgun insanları kızdırmaz ki; tam tersi hâlâ sevildiğini hissettirir. Ayrıca yaşanılan güzel günlerin hatrı için saygıyla vedalaşmak dururken; en ufak bir fırsatta, gidilen arkadaş ortamlarında, gelininin açığını kollayan fesat kayınvalide edasıyla; “Şöyle kötü biri, böyle rezil bir tip!” diye verip veriştirmek de neyin nesidir? Muazzam bir nankörlük çeşidi gibi gelir bana hep bu tavır... Hem insana sormazlar mı “Madem bu kadar kötü biriydi de senin onunla ne işin vardı?” diye...

Ayrıca inandırıcılığınızı ve güvenilirliğinizi de kaybedersiniz... Çünkü karşınızdaki insan, o an “Demek ki bununla aramız bozulsa beni de cümle aleme rezil rüsva eder” ihtimalini düşünür... O yüzden ister akraba olsun; ister eş, dost; ister sevgili; bir insanı en çok sizden ayrı olduğu dönemde tanırsınız. Ortalık güllük gülistanlıkken herkes iltifatlara sarılıyor zaten; ama asıl marifet dargınken de kendimizi kontrol edebilme olgunluğunda saklı. Çünkü yollarınız ayrılmış olsa da hayata farklı pencerelerden baktığınız bazı insanların; duruşu ve kalitesi asla değişmez... “O, benim için kötü bir yorum yapmaz, beni hedef göstermez, samimi olduğumuz günlerde verdiğim sırrımı asla bana karşı koz olarak kullanmaz” diyebildiğimiz güzel insanları; hep buruk bir tebessümle anarız. Çünkü o an hissettiğimiz şey; “kazanmak” değil “azalmak” duygusudur. Zaten bir insanla anlaşamamak; iki tarafın da kötü olduğu anlamına gelmez... Bu şuna benzer; bir yaz günü tası tarağı toplayıp pikniğe gitmek için plan yaparsınız. Çimlerin üzerine yayılmak için bir heves hazırlanırsınız, beyazları giyersiniz... Ama o gün yağmur bulutları da göz kırpar size... İlle de gidicem diye tutturursanız; piknik, çamur banyosuna döner... İnsan ilişkileri de tıpkı böyledir. Suç; ne buluttadır ne de içinizdeki piknik aşkında... Olmayınca olmuyordur işte...

Bazen kırılırız, bazen içimiz burkulur evet; ama biliriz ki bir gün dargın olduğumuz herhangi bir kişiyle yolda karşılaşacak olursak; karşılıklı selamlaşmanın içinde bile “naif”lik ve saygı başrolde olur... O yüzden şartlar ne olursa olsun, hiçbir zaman “nefret”e dönüşmeyen sevgilere zaafım var benim... Çünkü bir insana en çok yakışan tavır; gücü yettiği halde sizi üzmek yerine; tam tersi size kırgın olsa bile iyilikler dileyebilmeyi tercih etmektir. Sadece bu dünya için değil; göçüp gittikten sonra bile güzel hatırlanmak kadar kıymetli bir zenginlik olmadığını savunanlara çıksın tüm yollarınız...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.