deneme bonusu veren siteler bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal deneme bonusu veren siteler

Pınar Billur Odabaşı
Köşe Yazarı
Pınar Billur Odabaşı
 

“O öyle değil işte!..”

Pek çoğumuz kullanırız günlük hayatta bu cümleyi… Bazen bir olayı anlatırken, bazen vaziyetlere kendi penceremizden bakarken ama en çok da anlaşılamamaktan yakındığımızda deriz “O öyle değil işte!…” diye… Samimiyet ile riyakârlığı, dürüstlük ile kabalığı, zekâ ile uyanıklığı birbirinden ayıramayan öyle çok insan var ki…  Peki o zaman bu konuya “Ne, ne değildir?” diyerek yanıt arayalım… Buyrunuz o hâlde…   Meselâ her koşulda nazik olmayı başaran insanlar vardır; sayıları çok azdır… En kızgın, en kırgın anlarında bile “sövmek” yerine ısrarla “sevmeyi” tercih ederler… Fakat bu onların kolay sindirilen, aciz, silik, enayi bir tip olduğu anlamına gelmez… Tam tersine bu, o kişinin kendini aşmış, otokontrolü zirve yapmış, sağduyulu ve çok zeki olduğunun bir göstergesidir.   “Önemsemek” meselâ… Çoğu kişi bunu “vazgeçilmez olmak” ile karıştırıyor. Bu kişi bazen en yakın akrabanız, bazen patronunuz, bazen kardeşiniz de olabilir. Siz karşı tarafı hoşgördükçe, alttan aldıkça hatalarıyla yüzleşmek yerine hatalarıyla yüzsüzleşenler, “Ne de olsa gitmez” deyip iyice tepenize çıkıyor… Fakat “O öyle değil işte!..” Bu gözler ne cıvıl cıvıl insanlar gördü; bir zamanlar salıncak yaptıkları ipi, daha sonra intihar etmek için kullanan… Yani insan yeri geliyor kendinden bile vazgeçiyor maalesef; sizden mi geçemeyecek Allah aşkına…    Eş-dost, akrabalık, arkadaşlık veya gönül işlerinde ya da herhangi bir olay karşısında gerekli açıklamayı yapanlar, gereğinden fazla konuşanlar, kendini paralayanlar ve bir de susanlar var… “Peki senin seçimin hangisi Pınar?” diye sorarsanız; “sadece gerektiği kadar durumu açıklayıp, kenara çekilmek” derim... Eskiden haklı olduğumu karşı taraf anlayana kadar durmadan anlatırdım; şimdi kendim anlayınca susuyorum. Öğrendim artık; insan en çok kendi kendine konuşuyor; hatta konu konuyu açıyor… Hem Türk kadını bayılır; bir tartışma sırasında söyleyemediği veya o an düşünemediği atarlı giderli cümleleri; eve döndükten sonra tencere tava yıkarken dışa vurmaya… Ondandır bizim bu çaydanlıkların, tavaların pırıl pırıl oluşu… E mevzu derin; “alayının” “kalaylandığı” en muazzam yerdir mutfak tezgâhının önü…  “Susmak” tan bahsetmişken; onu da basiretsizlik veya eziklik sanan insanlar var maalesef... Oysa bir insanın konuşmayı öğrenmesi 2 yıl sürer; susmayı öğrenmeyi nerden baksan 45-50 yıl… O yüzden “susmayı bilmek” kolay iş değildir… Yalnız buradaki en hassas nokta; karşınızdaki insan ne de olsa her defasında “susuyor” diye şirazeyi kaçırmamanızdır… Mayınlar da sessizdir; ta ki siz üzerine basana kadar… Aman dikkat !..   “Mesafe”li olmayı “soğuk, ukâlâ, kibirli” olmakla karıştıranlar var bir de; ben bu ikisini ayırt edebiliyorum… Kendimden yola çıkıyorum mesala; normal şartlarda konuşmayı çok severim; ama herkesle değil… Yani karakterimiz kim olduğumuzla; tavrımız ise karşımızdaki insanın kim olduğuna bağlıdır…  Gelelim “özgüven” ve “kendini beğenmişlik” arasındaki farka… Malûm bu da çokça karıştırılıyor; özgüven, kişinin; yeteneklerinin, donanımının farkında olması, bu bilinçle yürümesi ama bunu kimsenin gözüne sokmamasıdır. “Kendini beğenmişlik” ise çok makyaj yapan bir kadının kendini çok güzel sanması gibi bir şeydir… Yani hiçbir  gerçekliği yoktur, yapaydır; hâttâ karşımızdaki insanları irite eder.  Mâlum “vezir”lik ile “rezil”lik arasında ince bir çizgi vardır. “Peki sence en güzeli nedir Pınar?” diye sorarsanız; “Kendini bilmektir” derim… Bunca hâl bilmezin içinde, ne kıymetlidir insanın kendini tarafsız bir terazide tartması… Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmesi…   Sırada “yaş” durumları var; ister genç olun ister yaşlı; kendinizle barışık değilseniz siz ihtiyarsınız demektir benim gözümde… Dolayısıyla çok genç ölen yaşlılar ya da doğuştan ihtiyar olanlar vardır… Yani “yaşamak” denilince sadece “nüfus bilgisi” değil; “hayat bilgisi” esas alınmalı diyorum ben… Bir de şifayı, dermanı, çareyi hep karşı taraftan bekleyenler, hiç adım atmayanlar, oturduğu yerden iyileşmeyi bekleyenler var… Meselâ şöyle bir örnek vereyim; diyelim ki bir göz doktoruna gittiniz; “Yakını mı iyi göremiyorsunuz, uzağı mı?” diye sordu doktor… Eğer siz; size neyin uzak, neyin yakın olduğunu göremiyorsanız doktor size ne yapabilir ki? O yüzden kime, neye kıymet vereceğimizi iyi bilmeliyiz… Diğer türlüsü külliyen hayal kırıklığı… Hani sanki  tetris’te beklediğiniz o son çubuğu, kolunuza biri çarpınca yanlış yere koymuşsunuz gibi… Ya da yaşlı kayınvalidenize hep siz bakıyormuşsunuz da; O’nun maaşını suya sabuna dokunmayan eltiniz yiyormuş gibi… O yüzden naçizane tavsiyem; kimsenin kimseyi umursamadığı şu tüketim çağında; size ait en küçük ayrıntıları bile aklında tutan insanları kaybetmeyin… Çünkü sonradan bilinen kıymetin, kaybettikten sonra farkına varılan değerin, bir de kaçırılan heveslerin telâfisi pek olmuyor… Tıpkı yemek bittikten sonra masaya getirilen tuz gibi… Velhâsıl hayatın tadı, tuzu, lezzeti, acısı, tatlısı, sıcaklığı aslında sizin elinizde… 
Ekleme Tarihi: 21 Şubat 2022 - Pazartesi

“O öyle değil işte!..”

Pek çoğumuz kullanırız günlük hayatta bu cümleyi… Bazen bir olayı anlatırken, bazen vaziyetlere kendi penceremizden bakarken ama en çok da anlaşılamamaktan yakındığımızda deriz “O öyle değil işte!…” diye… Samimiyet ile riyakârlığı, dürüstlük ile kabalığı, zekâ ile uyanıklığı birbirinden ayıramayan öyle çok insan var ki…  Peki o zaman bu konuya “Ne, ne değildir?” diyerek yanıt arayalım… Buyrunuz o hâlde…

 

  • Meselâ her koşulda nazik olmayı başaran insanlar vardır; sayıları çok azdır… En kızgın, en kırgın anlarında bile “sövmek” yerine ısrarla “sevmeyi” tercih ederler… Fakat bu onların kolay sindirilen, aciz, silik, enayi bir tip olduğu anlamına gelmez… Tam tersine bu, o kişinin kendini aşmış, otokontrolü zirve yapmış, sağduyulu ve çok zeki olduğunun bir göstergesidir.

 

  • “Önemsemek” meselâ… Çoğu kişi bunu “vazgeçilmez olmak” ile karıştırıyor. Bu kişi bazen en yakın akrabanız, bazen patronunuz, bazen kardeşiniz de olabilir. Siz karşı tarafı hoşgördükçe, alttan aldıkça hatalarıyla yüzleşmek yerine hatalarıyla yüzsüzleşenler, “Ne de olsa gitmez” deyip iyice tepenize çıkıyor… Fakat “O öyle değil işte!..” Bu gözler ne cıvıl cıvıl insanlar gördü; bir zamanlar salıncak yaptıkları ipi, daha sonra intihar etmek için kullanan… Yani insan yeri geliyor kendinden bile vazgeçiyor maalesef; sizden mi geçemeyecek Allah aşkına… 

 

  • Eş-dost, akrabalık, arkadaşlık veya gönül işlerinde ya da herhangi bir olay karşısında gerekli açıklamayı yapanlar, gereğinden fazla konuşanlar, kendini paralayanlar ve bir de susanlar var… “Peki senin seçimin hangisi Pınar?” diye sorarsanız; “sadece gerektiği kadar durumu açıklayıp, kenara çekilmek” derim... Eskiden haklı olduğumu karşı taraf anlayana kadar durmadan anlatırdım; şimdi kendim anlayınca susuyorum. Öğrendim artık; insan en çok kendi kendine konuşuyor; hatta konu konuyu açıyor… Hem Türk kadını bayılır; bir tartışma sırasında söyleyemediği veya o an düşünemediği atarlı giderli cümleleri; eve döndükten sonra tencere tava yıkarken dışa vurmaya… Ondandır bizim bu çaydanlıkların, tavaların pırıl pırıl oluşu… E mevzu derin; “alayının” “kalaylandığı” en muazzam yerdir mutfak tezgâhının önü… 
  • “Susmak” tan bahsetmişken; onu da basiretsizlik veya eziklik sanan insanlar var maalesef... Oysa bir insanın konuşmayı öğrenmesi 2 yıl sürer; susmayı öğrenmeyi nerden baksan 45-50 yıl… O yüzden “susmayı bilmek” kolay iş değildir… Yalnız buradaki en hassas nokta; karşınızdaki insan ne de olsa her defasında “susuyor” diye şirazeyi kaçırmamanızdır… Mayınlar da sessizdir; ta ki siz üzerine basana kadar… Aman dikkat !..

 

  • “Mesafe”li olmayı “soğuk, ukâlâ, kibirli” olmakla karıştıranlar var bir de; ben bu ikisini ayırt edebiliyorum… Kendimden yola çıkıyorum mesala; normal şartlarda konuşmayı çok severim; ama herkesle değil… Yani karakterimiz kim olduğumuzla; tavrımız ise karşımızdaki insanın kim olduğuna bağlıdır… 
  • Gelelim “özgüven” ve “kendini beğenmişlik” arasındaki farka… Malûm bu da çokça karıştırılıyor; özgüven, kişinin; yeteneklerinin, donanımının farkında olması, bu bilinçle yürümesi ama bunu kimsenin gözüne sokmamasıdır. “Kendini beğenmişlik” ise çok makyaj yapan bir kadının kendini çok güzel sanması gibi bir şeydir… Yani hiçbir  gerçekliği yoktur, yapaydır; hâttâ karşımızdaki insanları irite eder.  Mâlum “vezir”lik ile “rezil”lik arasında ince bir çizgi vardır. “Peki sence en güzeli nedir Pınar?” diye sorarsanız; “Kendini bilmektir” derim… Bunca hâl bilmezin içinde, ne kıymetlidir insanın kendini tarafsız bir terazide tartması… Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmesi…

 

  • Sırada “yaş” durumları var; ister genç olun ister yaşlı; kendinizle barışık değilseniz siz ihtiyarsınız demektir benim gözümde… Dolayısıyla çok genç ölen yaşlılar ya da doğuştan ihtiyar olanlar vardır… Yani “yaşamak” denilince sadece “nüfus bilgisi” değil; “hayat bilgisi” esas alınmalı diyorum ben…
  • Bir de şifayı, dermanı, çareyi hep karşı taraftan bekleyenler, hiç adım atmayanlar, oturduğu yerden iyileşmeyi bekleyenler var… Meselâ şöyle bir örnek vereyim; diyelim ki bir göz doktoruna gittiniz; “Yakını mı iyi göremiyorsunuz, uzağı mı?” diye sordu doktor… Eğer siz; size neyin uzak, neyin yakın olduğunu göremiyorsanız doktor size ne yapabilir ki? O yüzden kime, neye kıymet vereceğimizi iyi bilmeliyiz… Diğer türlüsü külliyen hayal kırıklığı… Hani sanki  tetris’te beklediğiniz o son çubuğu, kolunuza biri çarpınca yanlış yere koymuşsunuz gibi… Ya da yaşlı kayınvalidenize hep siz bakıyormuşsunuz da; O’nun maaşını suya sabuna dokunmayan eltiniz yiyormuş gibi… O yüzden naçizane tavsiyem; kimsenin kimseyi umursamadığı şu tüketim çağında; size ait en küçük ayrıntıları bile aklında tutan insanları kaybetmeyin… Çünkü sonradan bilinen kıymetin, kaybettikten sonra farkına varılan değerin, bir de kaçırılan heveslerin telâfisi pek olmuyor… Tıpkı yemek bittikten sonra masaya getirilen tuz gibi… Velhâsıl hayatın tadı, tuzu, lezzeti, acısı, tatlısı, sıcaklığı aslında sizin elinizde… 
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.