deneme bonusu veren siteler bahis siteleri bonus veren siteler

deneme bonusu veren siteler

virginiawinefestival.org/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal

Pınar Billur Odabaşı
Köşe Yazarı
Pınar Billur Odabaşı
 

“Sahip olmak”la “Ait olma”nın savaşı

İkili ilişkiler arasındaki en büyük kaosun nedeni çoğu zaman “sahip olmak” ile “ait olmak” arasındaki kıyasıya mücadeledir. Örneğin uzaktan uzağa içten içe birine karşı güzel duygular beslediğinizde; o insanın etrafına yaydığı enerjisine, deli dolu hallerine, paylaşımlarına vurulursunuz... Ondan gelecek her adımı, her hareketi sabırsızlıkla beklersiniz... Yani “algıda seçicilik” devreye girer ve kendinizi o akıntıya kapılmış halde bulursunuz... Buraya kadar herşey normal; peki ya sonra? Yani ne oluyor da o hiç bitmeyecek sandığınız hisler buz gibi oluyor?  O her haline hayran olduğunuz, fotoğraflarını büyütüp büyütüp baktığınız insan; sizinle bir gönül yolculuğuna çıktığı günden sonra neden dengeler birden tersine dönüyor? Örneğin evli çiftlere bakıyorum; günümüzde pek çok erkek; arkadaşlarıyla halı saha maçına gidebilmek için bile kırk takla atıyor, hanımlarından izin alabilmek için şekilden şekle giriyor... Eve döndüklerinde çektikleri tribal vaziyetleri saymıyorum bile... Evlenmeden önce; “Dediğim dedik” maço erkekleri daha hoş, daha çekici bulan kadınlar;  imzayı attıktan sonra her şeye “Peki karıcığım” diyen el pençe divan bir modele geçiş yapmak istiyor... Ya da hayat dolu bir kadının ışıltısına, full hd görünen rengârenk haline bayılan bir erkek; imzayı attıktan sonra eşinin siyah-beyaz karıncalı yayın yapmasını istiyor resmen... Hobilerini, keyif aldığı aktiviteleri, onu o yapan paylaşımlarını, giyimini kuşamını, fikrini, zikrini; ısrarla kendi istediği kalıba sokmak istiyor...  Zamanla ne o âşık olduğunuz kadının cıvıltısı kalıyor; ne de ayılıp bayıldığınız o erkeklerin karizmatik ruh hâli...  Uçmasına âşık olduğunuz bir kuşu alıp; kafese koymak gibi bir şey bu biraz... Ya da şahane açmış bir çiçeği dalından koparıp; kıytırık bir saksıdaki bir avuç suya koymayı lütuf sanmak gibi... Dolayısıyla bir heves başlayan ilişkiler “Aman kırılmasın, aman üzülmesin” diye diye süren zorunlu diyaloglardan ibaret oluyor... Yani birini hem telefon rehberinden silmeyi göze alamayıp; hem de o kişinin bildirimlerini, duygularını “sensiz”e almak gibi... E hani ilk başlarda telefon titreyince titreyen kalplere ne oldu? İşte yol arkadaşlarını iyi seçemeyenlerin çoğu bu yüzden yol yorgunu... Çünkü birçoğumuz bu yolculukta gereksiz duyguları da valizimize koymadan yapamıyoruz...  Bu gönül yorgunluğunda; aşırı kıskançlık, yerli yersiz kontrol etme takıntısı, her hâliyle barışık bir insanı bile; kendisine olan saygısını kaybetmeye itmek gibi davranışsal sorunların payı olabilir mi sizce? Ya da “Benim, O’nda gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor, ya O’nu başkasına kaptırırsam!” endişesi mi kemiriyor insanın içini? Oysa hep unuttuğumuz bir şey var; önemli olan birinin size “sahip olması” değil; sizin kendinizi “O’na ait” hissetmenizdir... Çünkü bazen neyi yapacağımızı bilemeyebiliriz; ama aslolan asla neyi yapmayacağımızı bilmemizdir. Şimdi bana  “Amaaaannn canım ayrılıklar, tartışmalar, kavgalar da ilişkilerin, evliliklerin tadı tuzu” diyebilirsiniz... İyi hoş da o tuzu, biberi çorbada her gün  biraz fazla kaçırdığınızda geceyi acil serviste geçirme ihtimaliniz vardır... İlişkiler de tıpkı böyledir işte; hislerimiz de bazen yoğun bakım hastaları gibidir; göğüs ağrısı, nefes darlığı, kalp sıkışmasıyla başlar... Bakın şikâyetler de birebir aynı işte... Burada önemli olan iki şey vardır; birincisi; sizin canınızı neyin acıttığını doğru düzgün tarif edebilme yeteneğiniz; ikincisi ise; doktorunuzun ilk müdahalesidir... Aklımızdan geçenlerin; alnımızda bir alt yazı şeklinde; ışıklı dükkân tabelâsı gibi görünme ihtimali de olmadığı için; sakinlikle iletişim kurmak, ilişkilerin sağlığı için olmazsa olmazdır... Elbette gerektiği yerde susmayı bilmek de çok önemli bir karakter zenginliğidir... Çünkü zor zamanlarda susmak; cümlenin dinlenmesi demektir. İstirahatten sonra ağızdan çıkan cümle daha dinç olur; ama çok konuşup kelimeleri boş yere yorarsanız işte o zaman “cümle alem” yorulur...  (adsbygoogle = window.adsbygoogle || ).push({});
Ekleme Tarihi: 27 Ağustos 2020 - Perşembe

“Sahip olmak”la “Ait olma”nın savaşı

İkili ilişkiler arasındaki en büyük kaosun nedeni çoğu zaman “sahip olmak” ile “ait olmak” arasındaki kıyasıya mücadeledir. Örneğin uzaktan uzağa içten içe birine karşı güzel duygular beslediğinizde; o insanın etrafına yaydığı enerjisine, deli dolu hallerine, paylaşımlarına vurulursunuz... Ondan gelecek her adımı, her hareketi sabırsızlıkla beklersiniz... Yani “algıda seçicilik” devreye girer ve kendinizi o akıntıya kapılmış halde bulursunuz... Buraya kadar herşey normal; peki ya sonra? Yani ne oluyor da o hiç bitmeyecek sandığınız hisler buz gibi oluyor? 

O her haline hayran olduğunuz, fotoğraflarını büyütüp büyütüp baktığınız insan; sizinle bir gönül yolculuğuna çıktığı günden sonra neden dengeler birden tersine dönüyor? Örneğin evli çiftlere bakıyorum; günümüzde pek çok erkek; arkadaşlarıyla halı saha maçına gidebilmek için bile kırk takla atıyor, hanımlarından izin alabilmek için şekilden şekle giriyor... Eve döndüklerinde çektikleri tribal vaziyetleri saymıyorum bile... Evlenmeden önce; “Dediğim dedik” maço erkekleri daha hoş, daha çekici bulan kadınlar;  imzayı attıktan sonra her şeye “Peki karıcığım” diyen el pençe divan bir modele geçiş yapmak istiyor... Ya da hayat dolu bir kadının ışıltısına, full hd görünen rengârenk haline bayılan bir erkek; imzayı attıktan sonra eşinin siyah-beyaz karıncalı yayın yapmasını istiyor resmen... Hobilerini, keyif aldığı aktiviteleri, onu o yapan paylaşımlarını, giyimini kuşamını, fikrini, zikrini; ısrarla kendi istediği kalıba sokmak istiyor... 

Zamanla ne o âşık olduğunuz kadının cıvıltısı kalıyor; ne de ayılıp bayıldığınız o erkeklerin karizmatik ruh hâli... 

Uçmasına âşık olduğunuz bir kuşu alıp; kafese koymak gibi bir şey bu biraz... Ya da şahane açmış bir çiçeği dalından koparıp; kıytırık bir saksıdaki bir avuç suya koymayı lütuf sanmak gibi... Dolayısıyla bir heves başlayan ilişkiler “Aman kırılmasın, aman üzülmesin” diye diye süren zorunlu diyaloglardan ibaret oluyor... Yani birini hem telefon rehberinden silmeyi göze alamayıp; hem de o kişinin bildirimlerini, duygularını “sensiz”e almak gibi... E hani ilk başlarda telefon titreyince titreyen kalplere ne oldu? İşte yol arkadaşlarını iyi seçemeyenlerin çoğu bu yüzden yol yorgunu... Çünkü birçoğumuz bu yolculukta gereksiz duyguları da valizimize koymadan yapamıyoruz... 

Bu gönül yorgunluğunda; aşırı kıskançlık, yerli yersiz kontrol etme takıntısı, her hâliyle barışık bir insanı bile; kendisine olan saygısını kaybetmeye itmek gibi davranışsal sorunların payı olabilir mi sizce? Ya da “Benim, O’nda gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor, ya O’nu başkasına kaptırırsam!” endişesi mi kemiriyor insanın içini? Oysa hep unuttuğumuz bir şey var; önemli olan birinin size “sahip olması” değil; sizin kendinizi “O’na ait” hissetmenizdir... Çünkü bazen neyi yapacağımızı bilemeyebiliriz; ama aslolan asla neyi yapmayacağımızı bilmemizdir.

Şimdi bana  “Amaaaannn canım ayrılıklar, tartışmalar, kavgalar da ilişkilerin, evliliklerin tadı tuzu” diyebilirsiniz... İyi hoş da o tuzu, biberi çorbada her gün  biraz fazla kaçırdığınızda geceyi acil serviste geçirme ihtimaliniz vardır... İlişkiler de tıpkı böyledir işte; hislerimiz de bazen yoğun bakım hastaları gibidir; göğüs ağrısı, nefes darlığı, kalp sıkışmasıyla başlar... Bakın şikâyetler de birebir aynı işte... Burada önemli olan iki şey vardır; birincisi; sizin canınızı neyin acıttığını doğru düzgün tarif edebilme yeteneğiniz; ikincisi ise; doktorunuzun ilk müdahalesidir... Aklımızdan geçenlerin; alnımızda bir alt yazı şeklinde; ışıklı dükkân tabelâsı gibi görünme ihtimali de olmadığı için; sakinlikle iletişim kurmak, ilişkilerin sağlığı için olmazsa olmazdır... Elbette gerektiği yerde susmayı bilmek de çok önemli bir karakter zenginliğidir... Çünkü zor zamanlarda susmak; cümlenin dinlenmesi demektir. İstirahatten sonra ağızdan çıkan cümle daha dinç olur; ama çok konuşup kelimeleri boş yere yorarsanız işte o zaman “cümle alem” yorulur... 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.