deneme bonusu veren siteler bahis siteleri

deneme bonusu veren siteler

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler youtube mp3 bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler meritking kingroyal deneme bonusu veren siteler

Pınar Billur Odabaşı
Köşe Yazarı
Pınar Billur Odabaşı
 

“Sen bilirsin”deki mucize...

Her insanın kendine özgü bir hâli, tavrı, alışkanlıkları, türlü türlü huyu suyu vardır... Kişinin; yaradılışından, fıtratından kaynaklanan bu farklılıklara bir de aile, sosyal çevre ve toplumsal faktörler de eklenince karakteristik yapımız belli bir doğrultuda ilerliyor. Burada önemli olan şey; herkesin bizimle aynı istikâmette yürümek zorunda olmadığını kabullenmek, hoşgörü ve saygıyı birbiriyle harmanlamaktır. Farklılıkları; olgunlukla karşılamak, güce dayalı bir baskı oluşturmaktan kaçınmaktır. Çünkü “zorla” elde edilen hiçbirşeyin hayrını göremiyor insan; gün geliyor daha büyük bir bedel ödemek zorunda kalıyor... Mevkisi ve konumu itibariyle mecburen saygı duyduğumuz insanlarla; gönülden sevdiğimiz için saygıda kusur etmediğimiz insanlar arasında büyük bir fark vardır meselâ... Birincisi tek taraflı, ezici, yıpratıcı bir iletişim biçimidir. Çünkü biri “feda” ederken; diğeri “kâr” ediyordur; hâliyle bu bir “fedakârlık” değil, ticarettir. Günümüzde güçlü olana saygı duyma eğilimi de; insanların vücut dilini ister istemez etkiliyor. Meselâ ben artık insanların mevkilerini suratlarından okuyorum... En asık suratlı, en yüksek mevkideki oluyor genelde... Yüzün asık, kaşların çatık değilse sanki etrafa söz geçiremeyecekmiş gibi bir endişeye kapılanlarla dolu makam odaları, emniyet şeritleri... Oysa ciddiyet; “prensiplerle” olur; yüzdeki ciddiyet, suratsızlıktır. Fakat pek çok insanda; “Başarım kadar beni insan yerine koyuyorlar” algısı mevcut. Oysa her insanın bir etki alanı vardır. Kiminin bir yemek kaşığı kadar; kiminin kepçe kadar... Burada mühim olan elimizdekini en verimli şekilde nasıl kullanabileceğimizi bilmektir. Diyelim ki benim bir çorba kaşığı yoğurdum var, biraz da sütüm... “Bir kaşık yoğurt kime yeter!” deyip kaşığı fırlatıp atan da var; onunla koca bir tencere yoğurt mayalamayı akıl eden de... Yeter ki elimizdekinin kıymetini bilip, onunla neler yapabileceğimizi düşünelim. Meselâ; kaynar su; patatesi yumuşatırken, yumurtayı sertleştirir. Yani asıl mesele içinde bulunduğun şartlar değil; senin ne olduğun ile alâkalıdır. Tabii ki başarıya giden yolda; etrafımızı kırıp dökmeden hareket ermek de herkese nasip olmuyor... Çünkü “kendini bi’şey sanmak” diye bir hastalık var artık... “Herşeyin en iyisini ben bilirim”cilerin sayısı da epey fazla... Hâliyle insanlar artık anlamak için değil, cevap vermek için birbirini dinliyor gibi... Oysa insan; insanı konuştuğu yerden değil, sustuğu yerden daha iyi tanır. Çünkü insan; derinliği olan bir varlıktır; örneğin cevizi kırıp, özünü görmeyen; hepsini kabuk zanneder... Ama günümüzde “haklısın” kelimesini vitamin niyetine kullandığımız için; her fikrimiz, zikrimiz onaylansın istiyoruz. Siyasette, sporda, sanatta, aşkta, ekonomide, ticarette kısacası her alanda kendi düşüncemizi etrafımıza dayatmayı marifet sayıyoruz... Oysa insan kendine şunu sormalı; “Aynı dilden, aynı ırktan, aynı partiden, aynı memleketten sahtekâr bir insana mı dost olarak bakarım, yoksa; dili, uyruğu, siyasi görüşü farklı ama özünde “insan” olan yardımsever birine mi?” Eğer ikincisi kendi vicdanınızda size daha yakın bir yerde duruyorsa; “Sen bilirsin”deki mucizeyi çoktan keşfetmişsiniz demektir... Gürültülü cümlelerin en etkili panzehiri olan bu iki kelime; bazen kabulleniş, bazen boşveriş, bazen yol veriş; ama sonunda hep bi rahata eriş demektir...
Ekleme Tarihi: 24 Temmuz 2020 - Cuma

“Sen bilirsin”deki mucize...

Her insanın kendine özgü bir hâli, tavrı, alışkanlıkları, türlü türlü huyu suyu vardır... Kişinin; yaradılışından, fıtratından kaynaklanan bu farklılıklara bir de aile, sosyal çevre ve toplumsal faktörler de eklenince karakteristik yapımız belli bir doğrultuda ilerliyor. Burada önemli olan şey; herkesin bizimle aynı istikâmette yürümek zorunda olmadığını kabullenmek, hoşgörü ve saygıyı birbiriyle harmanlamaktır. Farklılıkları; olgunlukla karşılamak, güce dayalı bir baskı oluşturmaktan kaçınmaktır. Çünkü “zorla” elde edilen hiçbirşeyin hayrını göremiyor insan; gün geliyor daha büyük bir bedel ödemek zorunda kalıyor... Mevkisi ve konumu itibariyle mecburen saygı duyduğumuz insanlarla; gönülden sevdiğimiz için saygıda kusur etmediğimiz insanlar arasında büyük bir fark vardır meselâ... Birincisi tek taraflı, ezici, yıpratıcı bir iletişim biçimidir. Çünkü biri “feda” ederken; diğeri “kâr” ediyordur; hâliyle bu bir “fedakârlık” değil, ticarettir. Günümüzde güçlü olana saygı duyma eğilimi de; insanların vücut dilini ister istemez etkiliyor. Meselâ ben artık insanların mevkilerini suratlarından okuyorum... En asık suratlı, en yüksek mevkideki oluyor genelde... Yüzün asık, kaşların çatık değilse sanki etrafa söz geçiremeyecekmiş gibi bir endişeye kapılanlarla dolu makam odaları, emniyet şeritleri... Oysa ciddiyet; “prensiplerle” olur; yüzdeki ciddiyet, suratsızlıktır. Fakat pek çok insanda; “Başarım kadar beni insan yerine koyuyorlar” algısı mevcut. Oysa her insanın bir etki alanı vardır. Kiminin bir yemek kaşığı kadar; kiminin kepçe kadar... Burada mühim olan elimizdekini en verimli şekilde nasıl kullanabileceğimizi bilmektir. Diyelim ki benim bir çorba kaşığı yoğurdum var, biraz da sütüm... “Bir kaşık yoğurt kime yeter!” deyip kaşığı fırlatıp atan da var; onunla koca bir tencere yoğurt mayalamayı akıl eden de... Yeter ki elimizdekinin kıymetini bilip, onunla neler yapabileceğimizi düşünelim. Meselâ; kaynar su; patatesi yumuşatırken, yumurtayı sertleştirir. Yani asıl mesele içinde bulunduğun şartlar değil; senin ne olduğun ile alâkalıdır. Tabii ki başarıya giden yolda; etrafımızı kırıp dökmeden hareket ermek de herkese nasip olmuyor... Çünkü “kendini bi’şey sanmak” diye bir hastalık var artık... “Herşeyin en iyisini ben bilirim”cilerin sayısı da epey fazla... Hâliyle insanlar artık anlamak için değil, cevap vermek için birbirini dinliyor gibi... Oysa insan; insanı konuştuğu yerden değil, sustuğu yerden daha iyi tanır. Çünkü insan; derinliği olan bir varlıktır; örneğin cevizi kırıp, özünü görmeyen; hepsini kabuk zanneder... Ama günümüzde “haklısın” kelimesini vitamin niyetine kullandığımız için; her fikrimiz, zikrimiz onaylansın istiyoruz. Siyasette, sporda, sanatta, aşkta, ekonomide, ticarette kısacası her alanda kendi düşüncemizi etrafımıza dayatmayı marifet sayıyoruz... Oysa insan kendine şunu sormalı; “Aynı dilden, aynı ırktan, aynı partiden, aynı memleketten sahtekâr bir insana mı dost olarak bakarım, yoksa; dili, uyruğu, siyasi görüşü farklı ama özünde “insan” olan yardımsever birine mi?” Eğer ikincisi kendi vicdanınızda size daha yakın bir yerde duruyorsa; “Sen bilirsin”deki mucizeyi çoktan keşfetmişsiniz demektir... Gürültülü cümlelerin en etkili panzehiri olan bu iki kelime; bazen kabulleniş, bazen boşveriş, bazen yol veriş; ama sonunda hep bi rahata eriş demektir...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sakinca.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.